S.Altan yazınca, dur dedim, bu meselede benim de söyleyecek iki çift sözüm olsun istedim, bağrım ve yüreğim yanık olduğu için, tiksindiğim için ve dinlemekten bıktığım için, acaba siyasetçilerin yalanı kimi öldürüyor diye merak etmesem de, bizi değil, hepimizi öldürdüğüne ilişkin ortak bir kanaat çıktı ortaya.
Biz söylersek, yazarsak dedikodu olur, siyasetçi söyleyince, sanki kutsal cümle, ne bileyim, tut ki ayet-el kürsi, farzet desteksiz attıkları için havan topu…
Bizi yazarsak, “Nereden duydun, kim söyledi, elinde somut belge var mı?” sorusu gelir, arkasından, kuyruğuna bastıysanız, tekerine çomak soktu iseniz, zülfüyare dokundu iseniz, dağa kaldırma, ayağına kurşun sıkma tehditleri falan…
Yerseniz tabi…
*
Bir gün, vallahi de billahi de bir gün çıldırmayı, aklımdan geçen ne varsa söylemeyi, yani kaldırıp dökmeyi, fincancı katırlarını ürkütmeyi çok istiyorum… İstiyorum da, vakit o vakit mi?
Bir hayatımız olsa, örneğin bütün duygularımızı, düşüncelerimizi, isteklerimiz i, nefret ve sevmediklerimizi söyleyebileceğimiz bir ortam olsa…
Televizyonda olmaz, yöneticisi gelir, “Durdurun lan yayını, ne saçmalıyor bu adam, bunadı mı ne, ekmeğimize zehir doğruyor!” diyerek ya kapının önüne koyar, ya da görüp göreceğin o yayın olur.
Kimbilir, nelere duyardık, neler okurduk!
Ne çok yiğidin altından bir korkak, ne çok korkağın altından umulmadık kahraman çıkardı belki de…
Aşklar, karizma da yerle bir tabi.
Birbirine, “seni seviyorum” diyenler, duydukları karşısında kulaklarına inanamazdı o vakit. İnanamasa da, her şeyi saklıyoruz, kendimizden, karşımızdakinden, tekrar ve bir daha kendimizden ve karşımızdakilerden.
*
Aslında gerçekte ne düşündüğümüzü unutacak, bilmeyecek kadar yalanlarla ve saklanmış düşüncelerle dolu ruhumuz.
Siz beyaza ak derseniz, sizi sevmeyenler, kıskananlar, kuyunuzu kazanlar sağda solda, gidip ispiyonlar, “Küstaha bak, beyaza ak deme cesaretini gösterdi? Efendim, şuna haddini bildirmenin zamanı geldi, geçiyor bile!” şapşaklığı ve yalapşaklığını ortaya koyacak nice sabırsız insanlar var çevremizde.
Aha bir itiraf daha, saklanmış düşüncelerle dolu ruhumuz derken, öyle saklıyoruz ki onları,y katıksız hakikatleri biz bile bilmiyoruz kendimiz hakkında.
Bırakın başkalarını, neler saklıyoruz kendimizden, bir bilseniz.
Siz de…
*
Sakladıklarımız arttıkça korkularımız, tedirginliklerimiz, paniklemelerimiz artıyor istesek de, istemesek de… Bu aslında, gerçek ortaya çıkacak korkusundan başka birşey değil.
Siyasetçisi, yerel yöneticisi, bürokratı, sivil toplum kuruluş önderleri dahil, bir gün hep birlikte çıldırıp gerçekleri söylesek, ulu orta değil, açık açık, ekranda örneğin, ortaya neler çıkacak kimbilir, neler…
İşte korkumuz bundan!
Unutulmaya çalışılmış sevgililer, dile getirilmeyen özlemler, söylenmeye söylenmeye, yazılmaya yazılmaya birikmiş öfkeler, inkar edilmiş arzular, söylemeye utanılan kırgınlıklar, ‘beni sev!’ diyen acılar.. Bunları görmek, nasıl büyük bir sarsıntı yaratır insanda, hiç düşündünüz mü?
Bırakın bir şey düşünmeyi de, bu yazının devamını bekleyin!