Basın camiasında ‘görünüyor’ olmayan yerel veya ulusal siyasetçi, ya da adına başkan denilen bilumum yöneticiler, sivil toplum kuruluş kanaat önderleri, kendini ‘yok’ saysa da, ‘var’ görüntüsü vermek için de bir çaba harcamıyor.

Ha, varmış gibi hallere, pozisyonlara, reflekslere girmek için de kırk takla attıklarını, alicengiz oyunlarına başvurduklarını biliyoruz. Kılıktan kılığa, şekilden şekile girerek.

‘Basın bizim canımız ciğerimiz!’ derler, toplantılarda ‘güzide basın mensupları!’ diye taltif ederler  sözüm ona, ki samimiyetle alakası yok, (sanki arkadaş sakatatçı) teste tabi tutsan hepsi de sınıfta kalır, ama lafa gelince basınsız da yapamazlar!

Saç boyamakla, (kıçının kılları ağarmış) kaş aldırmak ve botoks yaptırmakla lider olunur mu, yoksa sıradan siyasi figür olarak mı anılırlar, orasına aklım yetmez!

*

Eskiden partilerin, siyasetin ve siyasetçilerin bir kalitesi, siyasetçinin bir hatırı, ağırlığı vardı. Kimlikleri, ruhu vardı.

Saygı görürler, itibarlı gezerlerdi halk arasında. Vatandaşın ayağına gitmekten yorulmaz, sıkılmaz ve usanmaz, vatandaş da saygıda kusur göstermezdi. Milletvekili aradığında, muhatabı daire başkanı, partinin teşkilat başkanı dahil mensupları, ahize elinde esas duruşa geçerdi, o kadardı siyasi ahlak, siyasetçiye saygı, edep…

Partisine bakmaz, kılığına aldırış etmez, ama adamlığına, siyasi ahlakına, siyasi duruşuna önem verirdi.

Şimdi söylesem ‘O CHP’liydi’ dersiniz, bir Orhan Sezal vardı merhum, insanlık, karakter zengini ve kimlik abidesiydi.

Ve duruşu, adamlık kalitesi ile sayın Mehmet Parlakyiğit…

*

İdeoloji falan kalmadı. Eskiden insanların bıyıklarına, okuduğu gazeteye bakarak partisi hakkında kanaat oluşturur, ona göre davranır, ona göre konuşurduk. Şimdi bizim Maraş tabiri ile ‘batman çaala karıştı’ misali, gavur Müslüman bellisiz oldu.

Herkes ekonomist kesildi, herkes cebini düşünür oldu.

Sonra her partiye, her milletvekiline, her başkana kulp takma hastalığı başladı son senelerde. Lakaplar takıldı ona buna, doğru mu, değil.

*

Hadi kıyısından köşesinden futbola da iki kelam edelim, bir Hüseyin Belli vardı, eczacıydı, futbol tutkunuydu, Kahramanmaraşspor başkanlığı yaptı, takımı başarıdan başarıya koşturdu, servetini harcadı bu uğurda, hatırlayan, anan yok, fakat bir takıma iki kuruş bağışta bulundu diye birileri ‘kahraman’ ilan edildi bu şehirde.

Neymiş, parası çokmuş! İtibar mı dediniz, maalesef o yerlerde sürünüyor!

*

Depremde yaşamını yitiren AK Parti kadın kolları başkanı Gül Çitil vardı. Bir gün canlı yayında ‘butik siyaset’i koydu masanın üstüne.

Butik oteli duymuştuk, butik mağazayı duyuştuk da, butik siyaseti ilk kez rahmetli Gül Çitil’den öğrenmiştik.

Butik siyasetçiler kadar, botokslu siyasetçilerin de aramızda dolaştığı ve insanların siyasetten, siyasetçilerden nefret ettiği günümüzde, bu şehre ihanet eden botokslu gazetecileri, botokslu işadamlarını, botokslu sivil toplum kuruluş kanaat önderlerini, botokslu bilumum başkanlarını, botokslu bürokratlarını boykot edersem, acaba günaha girer, suç örgütü üyesi sıfatıyla gözaltına alınır mıyım?

*

Bizim derdimiz devlet. Güçlü devlet yaşamalı. Allah devlete ve millete zeval vermesin! Allah, ülkemizin birliğine, dirliğine, huzuruna ve geleceğine dinamit koymaya çalışanları da kahretsin!

En büyük boykotum onlar için!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol