banner1550

İçimiz dışımız siyaset kesildi zaten. Üstelik de heyecan kasırgası esmiyor. Peşine birkaç arkadaşını, sponsorunu takan, yanlarına da il veya merkez ilçeden birkaç tane adam ayarlayan çıkıyor sahneye, ya esnaf ziyaretleri, ya sivil toplum kuruluşları ya da mahalle gezilerini sürdürerek günü kurtarmaya çalışıyorlar.

Kış ayındayız. Havalar bazen güneşli olsa da, sert. Her ne kadar 12 Şubat'tan sonrası yaz deseler de, bu havalara güven olmuyor.

Siyasetçiler, meclisten arta kalan zamanlarını şehirde geçiriyorlar. Geziyorlar maşalah bol bol. Esnaf ziyaretleri, sivil toplum kuruluşları, bürokrasi derken, fasit daire içinde dönüp duruyorlar. Trabzon Caddesi vazgeçilmez, mecburiyet caddesi ya, ne işin var kenar mahallede!

Hani, postacı senelik izine çıkmış da, "Ulan mahalleyi şöyle bir dolaşayım hele!" demiş. Sanki gitmediği, bilmediği yer... O hesap  yani...

Siyesetçi ise yanınıza gelen söyledikleri her yerde aynı. Takılı plak gibi…  Çünkü söyleyecek bir şeyleri yok. “Nasılsınız, iyi misiniz, işleriniz nasıl?” Esnafa söyledikleri bu. Mahalle ve ev gezilerine gitseler, “Size gıda yardım paketleri göndeririz, ihtiyaçlarınızı gideririz!” diyerek vatandaşı sadaka ekonomisine mecbur ve mahkum kılarak oy toplamaya, prim yapmaya çalışıyorlar.

Zaten mahalli gazetelere ilan verdikleri yok. Altısı bir arada, yan yana… Ver gazetelere (yandaş olanlara tabi) birkaç kuruş, kessinler seslerini, haberlerini de yapsınlar,  sebeplensinler de gariplerim! Destek de onlara zaten, sınırsız...

Zaten eleştiren, haberini yapmayan gazeteleri ziyaret etmemeleri için talimatlandırıldılar. Hoş aslan gibi adamların oğlanları gelse ne olur, bu saatten sonra ilan verse ne yazar!

Önümüzdeki yıllarda seçimler var. Genel ve mahalli... Bu seçim de biter, başka seçimler başlar. O zaman biz de yazarız, “Al aşkını çal başına!”

*

İsterseniz biz fıkralarımızı girelim de, okuyanlar da “Ulan amma müstehcen fıkralarmış. Tövbe tövbe!” deyip namus bekçiliğine soyunacak çakallar okumasın yazıyı!

Ya bismillah deyip, ilk fıkramızı yazıyoruz!

Sultan, en güvendiği adamını Arabistan’a hünkâr göndermiş.  Hünkâr, Arabistan’da gezerken bakmış, Araplar entari giyiyorlar ama altlarında don yok. Bir rüzgâr etsimi, manzara felaket!

Sultan haber salmış, altına don giymeyenler kadı huzuruna çıkarılıp hapsedilecekler.

Aradan günler geçmiş, Arab’ın biri don giymemiş ve ilk rüzgârlı havada olay fark edilmiş. Çıkarmışlar kadı’nın huzuruna. Kadı sormuş;

“Adın?”

“Ökkeş efendim!”

“Evli misin?”

Adam sakin sakin cevaplamış; “Evet, beş tane karım var!”

“Peki, kaç çocuk var?”

“Valla ilkinden 5, ikincisinden 7, üçüncüsünden 8, dördüncüsünden 12, beşincisinden 14  tane. Biri de yolda, geliyor!”

Kadı adama bakmış, sonra kâtibe dönmüş;

“Yaz evladım, Hasan oğlu Ökkeş’in don giymeye vakti olmadığından, serbest bırakılmıştır!”

*

Eskiden kadınlar çamaşır yıkamaya “don yıkadık!” derlerdi. Çivitle, kül suyu ile, tokaçla falan.

Suyu don tutar, küçük bebeler donsuz gezerdi.

Yukarıdaki don fıkrası sonrası, bir don fıkrası ile yazımızı süsleyelim istedik.

Yaşlı bir adam yanında karısı olduğu halde doktora gitmiş.

Muayene odasına girince, doktor;

“Bana bir idrar, bir büyük abdest, bir de meni numunesi lazım” demiş.

Adam yaşlı ya, kulakları iyi duymuyor, dönüp sormuş karısına;

“Doktor ne söyledi?”

Kadın kısa kesmiş;

“Doktor senin donunu istiyor!”

 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol