Hayatın görünen bir tutarlılığı, mantığı olmadığını anlayalı seneler oldu. Hayat, ziyadesiyle bir film. Paramparça…
İçinde bol miktarda aşk, inanılmaz tonda ihanet, aşırı derecede vefasızlık-samimiyetsizlik, aklın eremeyeceği miktarda çıkar ilişkileri, hayal bile edemeyeceğin oranda arkadan hançerleme… Ya da dost kazıkları…
Ticaret Lisesinden gelen alışkanlık, on parmak yazıyorum ve Q klavyeye alışamadım bir türlü. Sigaraya alışma fikrine, sağlıklı beslenmeye alışamadığım gibi, insanların suratsızlığına da tahammül edemez oldum. Samimiyetsizliğine de…
Artık aramayan bir dostun ne düşündüğünü merak etmemeyi başarmaya, ‘ben demiştim…’ diyen çok bilmişlere alışamadığım gibi…
*
Bir şey daha öğrendim, gündelik hayatın, hatta ‘hiç de fena olmayan’ bir gündelik hayatın ne kadar zor olduğunu gerçeğe yakın değilse de, gerçeğin ta kendisi olan bir ‘belgesel’ ile kayda geçip gittiğine tanık oluyorum zaman zaman. Bu belgeselde ümitsiz aşklar, hayvanlar âleminden mahlûkatlar, en yakın dostum dediğini bile gözünü kırpmadan satanlar varken, sabahları neşeyle uyanan ve güne enerjik başlayan insanlardan biri olmaya özen gösteriyorum.
Benim için umut, en umutsuz alışkanlıktır.
Hayatta kalmanın, ayakta durabilmenin çok zor olduğu memlekette, hayatta kalma dürtüsü sıkı sıkı asılmanı sağlasa da, hayatta kalma dürtüsüne yapışık olan umut, yaşatıyor bereket versin bizleri.
*
Biz, bizim insanımız. Hani şu cehennemde zebaniye gerek bırakmayan memleketimin adamları.
7 güzel adamdan sonrakiler..
İnsan ne çekiyorsa, en yakın yakınından çekiyor.
Hele hele dost bildiklerinden…