Kıyamet kopsa, depremler yaşansa, yer yerinden oynasa, seneler değil asırlar geçse, her devirde efendiler ve uşakları vardır, var olacaktır.
Dün de vardı, bugün de...
Kötülük… İçkiyi, kumarı kötülüklerin anası biliriz. Ki doğrudur. Aksini iddia edecek değilim zaten. De… Kötülük ruha işler, kalıcıdır. Yeter ki vücuda girmesin, mikrop gibidir, yayılır, yayıldıkça zararı artar bünyeye. Tahribatı da büyük olur.
Kötülüğü meslek edinmek için ille de zengin, fakir, genç, ihtiyar, kadın, erkek, Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Budist, Ermeni, dindar veya dinsiz olmak şart değil elbette.
Bu zıkımın okulu da yok. Milliyeti, mezhebi ve dini de yok. Geçmişten günümüze bir bakın şöyle, insanın olduğu her yerde kötülük mutlaka hareket halindedir. Ya pusudadır, ya siperde, ya cephede…
Kıskançlık, hırs, dedikodu, açgözlülük, çıkar düşüncesi, haysiyetsizlik, arsızlık, kötülüğün birer parçası. Alt sanayi değil, ana maddesi, hammaddesi yani…
*
Efendiler ve uşaklarının olduğu yerde hırs vardır, menfaat vardır, koltuk kavgası vardır. Efendiler kendilerini hep tepede görür, alttakileri kullanmayı meslek bilir. Buna ister siyasi, ister ticari, isterseniz toplumsal ahlak deyin, fark etmez, bu araba da buraya park etmez, efendiler ve uşakları kendilerinden başka kimseyi düşünmez. Emellerine ulaşabilmek için hiçbir fırsatı kaçırmazlar, iyileri, toplumda tabanı olan, karşılığı bulunan hele de kendilerine rakip görüyorsa, mutlaka onları bitirmek, yok hükmünde gösterebilmek için her türlü melaneti, pisliği yapmaktan çekinmezler.
Gözleri karadır.
*
Sinsidirler…
Sağ gösterip sol vurmayı marifet bilirler.
Her türlü pisliği, haysiyetsizliği, ahlaksızlığı, mahallenin namus bekçisi kesilerek hem de sürdürürken, koltuklarını, çıkarlarını düşünürler sürekli. Hak, hukuk, adalet onların çok da umurlarında değildir.
Varsa yoksa çıkarları, koltukları, güçleri…
Ama Allah cezalarını verecek…