Muhatabım Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin, Ayşe, Fatma değil. Herhangi bir parti ile de alakası yok. Yazı genel. Üzerine alınan çıkarsa, eyvallah!

Siz ölmüş ata kırbacın vurulduğunu gördünüz, duydunuz mu? Ben duymadım da, görmedim de… Duymak, görmek de istemiyorum.

Ama egosunu yüksek tutup, bundan, yani kibirden zevk-keyif alanlar, ona alkış tutanları gördükçe ‘yok artık, daha neler, tanıdığım adam bu değil’ vaziyeti ile karşı karşıya çok kaldım. 

Demişler ki, ‘Git Maraş’a tedavi et. Tabi önce teşhis, sonra tedavi. Muayene et, reçete yaz, sonra da bize ne yaptığını rapor et!’ talimatı üzerine,  o da kendine güvenerek gelmiş memlekete.

Gelmiş ama kimseyi tanımıyor. Önce bir muayenehane açmış. Beklemiş ki hasta gelsin. Bir, iki, üç derken, artık birkaç kişinin tavsiyesi sonrası hasta sayıları birer birer artmaya başlamış. Güya, yani sözüm ona uzmanmış. Hatta dediklerine göre kitapları da varmış tıp üzerine. Varmış ama kimse okumamış, bulamamış. Herhalde kendi yazıp kendisi okumuştur.

Biraz tanınınca, palazlanınca, şehri yavaş yavaş tanımaya başlayınca, önce en yakınlarına sırt çevirmiş. En yakın arkadaşlarına, meslektaşlarına ve dostlarına dahi randevu vermez hale gelmiş.

Tanınınca, müşterisi artınca, mesleğinden ötürü çevrenin de ilgisi artınca, biraz da şımarmış Türkçesi…

Biraz buna mesleki şımarıklık, ego yüksekliği, millete tepeden bakma da diyebilirsiniz. Kimseyi takmaz olmuş! Artık adını siz koyarsınız!

*

Tabi kendini bulunmaz Bursa kumaşı yerine koyması, müşteriye (yani hastaya ve yakınlarına) tepeden bakması, hastalara teşhis koymadan muayene ve tedaviye yönelmesi, parayı ön plana çıkartması, hasta ve yakınlarına alnının çatından konuşması, müşterileri, yani hastaları rahatsız, tedirgin etmeye başlamış.

Derken, “Bu ne biçim doktor!” demeye başlamış insanlar. Sızlanmalar, sağda solda ulu orta konuşmalar… Tabi bu şikâyetler, sızlanmalar kendisinin de kulağına gitmiyor değil. Duyuyormuş hepsini. Not alıyormuş hatta.

Başlamışlar ve ilgili birimlerine, kurumlara şikâyetler başlamış bu kez. Ağzının, dilinin ölçüsü ve ayarı da olmayınca, patavatsızlığı zirve yapınca,  hasta ve  yakınlarında bıkkınlık nefrete dönüşmeye başlamış.

*

Öyle ki, artık şehirde dedikodu almış başını gitmiş. “Bu adam burada çok durmaz, yakında pılını pırtısını toplar gider! Zaten doktor olduğundan bile şüpheliyiz! Kitap da yazmış ama ne kitabını gördük, ne defterini, sakın bu sahte doktor olmasın!” gibi kuşkulu yaklaşımlar ayyuka çıkmış.

Bir de öyle kinci imiş ki, kendisine kim iki kötü kelam ettiyse, tanısın-tanımasın kim aleyhine konuştuysa, not ediyor, birileri kanalıyla veryansın ederek güya intikam alıyor, içini döküyor, nefretini kusuyormuş.

O hale gelmiş ki, artık hastalar muayene için gitmez olmuşlar. Büyük bir ihtimalle de, kısa bir süre sonra şehri terk edeceğine dair duyumlar alıyoruz.

Alıyoruz da, ilgili makamlardan, sorumlu olduğu kurumlardan bir cevap alamıyoruz.

Ataların sözüdür, gelen gidecek, konan göçecek!

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol