Bilmediği gibi, bilmek zorunda da değil. Ucundan kıyısından bilgi kırıntısı ile beslense de, çoğu bilge kişilerden çok daha cahil gazetecilerimiz var içimizde.
İki kere ikinin dört ettiğini bile birkaç dakika içinde cevaplar sana.
Partilerin açılıp kapanmasında pay sahibidir güya, sözde bilmem hangi sivil toplum kuruluş kanaat önderine öyle bir fırça çekmiştir ki toplum içinde, maazallah adamı Trabzon caddesine çıkamaz etmiştir.
Giyimde, kuşamda, konuşmada, yazıp çizmede üzerine adam tanımaz.
Kerameti kendinden menkul tiplerdendir böyleleri.
Kendileri varsa gazetecilik vardır, kendileri yazınca her şey doğrudur, kesinlikle asparagas haberleri olmamıştır, kesinlikle doğrucu Davuttur, kesinlikle kodu mu oturtan yazılar yazmıştır, kesinlikle alam-ı cihandır ki, üzerine gazeteci zor bulunur!
Allah esirgesin!
*
Aslında memleketten bihaberdir. Başkalarının bilgi kırıntılarından beslenmektedir.
Ama kendine sorarsan, memleketi kendi kurtarmıştır, falan valiyi görevden kendisi aldırmıştır.
*
Gündem bizi savurdukça savuruyor, bir o yana, bir bu yana sallanıp duruyoruz. Bölünüyoruz, birleşiyoruz, çarpılıp ayrışıyoruz, birleştik derken tekrar ayrılma vakti gelmiş olmalı ki, aramıza da kalın duvarlar örülünce, ayrılıklar kaçınılmaz hale geliyor.
Bu iş dünyası, siyasiler ve bürokrasi için geçerli olduğu kadar, biz gazeteciler için de geçerli bir kural.
Kural demek belki hatalı bir yaklaşım olur, düşünce tarzı demek daha mantıklı olsa gerek.
*
Dost meclislerinde, haber için gittiğimizde ya tanıdık olsun olmasın, bir haber peşinde iken, sizin gazeteci olduğunu duyan, bilen insanlar, “Gerçi bu meseleyi siz bizden daha iyi bilirsiniz ya!” demekten kendilerini alamaz, bizlere paye çıkartmaya çalışırken, aslında bizlerinde kendilerinden farkları olmadığını bilmelerini isteriz.
Gazeteciyiz, yazarız belki ama, her şeyi çok çok iyi bildiğimizi iddia edemem.
Kendi payıma konuşuyorum, öğrenmenin, bilmenin yaşı yok. Her şeyi bildiğimi sanamam, iddia edemem. Bazen en dandik meseleye bile Fransız kaldığım anlar, günler çok oluyor ki, bocalayıp duruyorum, kem kümle işi kıvırmaya çalışma bir tarafa, çoğu zaman da sesimi çıkartmıyorum.
Bilirsen konuş ibret alsınlar, bilmiyorsan sus da adam sansınlar mantığını ve ilkesini bu uğurda kullandığım çok olmuştur, daha da olacaktır.
*
Türkiye’de olduğu kadar, Kahramanmaraş’ta da gündem sık değişiyor.
Kaç gündür sağlık genel sekreteri Cafer Tatlıbal oldu mu, olacak mı sorusunu tartışıyoruz?
Nedim Şerefoğlu gitti mi, gidecek mi, yerine Mehmet Bekereci geldi mi, gelecek mi sorusuna cevap arıyoruz!
Birkaç gün önce bizlere çöplük alanını gezdiren belediye başkanı Mustafa Poyraz gerçekten başarılı bir belediye başkanı mı, yoksa miadını doldurmuş eski bir belediye meclis üyesi mi?
Adı Sömelek Köfte Kavşağına çıkan sanayi kavşağını düzenlemek neden bu kadar uzadı?
Büyükşehir belediye başkanı adayları kimler; Mustafa Poyraz mı, Fatih Erkoç mu, Veysi Kaynak mı, Nevzat Pakdil mi?
Sanayicilerin 42. meclis toplantısını Pazarcık’ta yapmaları sanayiciler açısından yararlı mı oldu, yoksa lüzumsuz muydu?
Bize göre başarılı bir grafik çizen TSO Başkanı Kemal Karaküçük bir basın toplantısı düzenleyip bir yıllık çalışmalarının özetini basın aracılığı ile kamuoyuna duyurabilir miydi?
TSO Meclis Başkanı Şahin Balcığoğlu’nun faturalarımızın tepesine bir uğur böceği yerleştirme düşüncesi kentin tanıtımına yarar sağlayacak mıydı?
Belediye, tarihi eserlerin ve kentin tarihi dokusuna imzasını koyan bazı çarşıların-han-hamamların restore edilmesi işini neden geciktirdi, seçimlere bir seneden fazla bir zaman kala aklına düşüverdi?
Ve daha neler neler…
*
İtiraf edeyim, bu tür tartışmalar gündeme geldiğinde, bakıyorum herkesin maşallahı var. Aman Allah’ım neler söylüyor neler. Başkanlardan daha bilge, ötekinden daha cevval, berikinden daha atak, herkes ve kimse bir şey bilmiyor, ama Mehmet Fiskeci maşallah, her şeyi biliyor!
Yok öyle yağma…
Dedim ya, hep kendi adıma konuşuyorum. Kendimizi kandırıyoruz, o kadar!
Hayatı anlama kapasitemizi toplum olarak kurduğumuz medeniyet kadardır. Her haltı bildiğini sanan toplumlar kadar biz gazeteciler de, aslında bir halt olmamış toplumlar, gazetecilerden ibarettir.
Referansları bilgisiz toplulukların çoğunluk görüşlerinden alan toplumlar, gazeteciler, hep yenilmeye, yok olmaya, küçük düşmeye mahkumdurlar, mahkum olarak yaşayacaklardır.
Özetle, yetişmiş elamanına değer vermeyen, onu aşağılayan ve asla referans kabul etmeyen bir şehirde yaşıyoruz, üzülüyorum!