Kimsenin düşüncesine, yorumuna pranga vuracak halimiz yok! Herkes, kendine gazeteci dedirten her kim ise, söylediği sözlerin bedelini öder veya mükâfatını görür. Ve söz kimden çıkarsa çıksın, söz sahibine aittir ve kendisini bağlar.
Bize de fikrimizi sorarlarsa, söylemek düşer. Yorum yapsam da beni bağlar. Başkalarından akıl alıp yazı yazacak, muhatap arayışı içine girip, illa ki birinin canını yakmak, belden aşağı vurmak gibi endişemiz, hevesimiz ve kaygımız yok.
Hiçbir arkadaşımın, meslektaşımın da olmadığı, olmayacağı gibi…
*
Bir insanı sevmeyebilir, düşüncelerine katılmayabilirsiniz. Mecburiyet yok. Birileri bir şey yazar, söyler ya da, sonra da sen tahrik eder, kendi kılıcı çektiği yetmiyormuş gibi, senin de sanki kılıç-kalkan ekibi kadrosundaymışsın gibi, seni de tetikçi olarak kullanmaya kalkışır, muhatabının üzerine salar, kendi dişlerini gösterdiği yetmiyormuş gibi, senin de tüm dişlerini geçirmeni ister.
Yok öyle yağma!
*
Sen konuşmayabilirsin, sen küs olabilirsin, sen kendi çıkarların için kılıçları çekmiş olabilirsin, sen keçeyi suya atmış da olabilirsin ama senin yaptıklarının yapmaya, uygulamaya geçirmeye mecbur değilim.
Yaptığın, yazdığın ve söylediğin seni bağlar.
İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy merhum öyle söylemişti, ‘gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem…’ diye.
Bize bu saatten sonra sövmek değil, edepli olmak, nezaket kurallarına uyarlı davranmak düşer.
Dikkat edin, eleştiri demiyorum. Eleştiri başka, sövmek başka. Belden aşağı vurmak gibi. Yerinde ve zamanında eleştiri, kişileri, kurumları doğruyu, güzeli ve iyiyi bulmaya yardımcı olur. Yapıcı tarafından olanı yani.
Bilmem anlatabildim mi?