Her gün en az üç defa eleştiriye katlanamayan politikacılardan, şarkıcılardan, oyunculardan, yönetmenlerden, yazarlardan, şirketlerden söz eden yazılar yazıyoruz. Gerçi bizim, şarkıcılarla, türkücü ve yönetmenlerle işimiz yok da, kendini yönetici sananlarla işimiz çok olduğu için, eleştiri oklarından en çok da onlar nasibini alır.
Daha doğrusu, kendilerine yöneltilen eleştirilere verdikleri cevaplardan, kendilerini savunmalarından…
O kadar çok “eleştiriye katlanamamak” ifadesini kullanıyoruz ki, artık bu iki kelimenin anlamını kaybettiğini hissediyor insan. Tahammüllü olmak, eleştiriye açık olmak insanların canını sıkıyor. Hele bazıları kendini eleştirilmezler listesinin en tepesine koyup, sanki milletvekili, sanki dokunulmazlığı var, ki bunların çoğunda belde belediye başkanları da var, konuşunca mangalda kül bırakmazlar, lafa gelince yapılmadık hizmet bırakmazlar, lakin ortada bir şey yok, alt tarafı bağlar gazeli.
Zaten çoğu zaman ararsanız, ya telefonları kapalıdır, ya da bakmazlar efendiler. Zahmet etmezler. Nihayetinde kıçı kırık bir beldenin başkanı, ötesi ne!
Biz yazarlar dâhil, bir kere yanlış anladığımız bir mesele var; eleştiri ile ayarsızlık ve hakaret arasında hayli kalın bir çizgi olmasına rağmen, kendi beğenimize hitap etmeyen insanlara yaklaşımımız, eleştiriden ziyade ölmesini isteme arzusuna daha çok benziyor.
Hani adamdan gıcık alırsın, yanlış yapmıştır, lüzumsuz ve alakasız laf etmiştir sizin için, eh, Allah ne verdiyse karşılığını görmesi şartmış gibi, ver Allah’ın verdiğine diyerek bindirmeler olmuyor değil.
Bir de bürokrat olup da, hâlâ açıklama ile tekzip’i ayırt edemeyenler var ki, onlara söyleyecek söz bulamıyorum.
Demek bu işler okumakla da olmuyor!
Onları da Allah’a havale ediyorum!
kalemi̇ne sağlik