Seçilmiş belediye başkanlarının ellerinde sihirli deynek yok. Hiç biri de (dile benden ne dilersin! diyecek) sihirli lamba taşıyan Alaaddin değil.
Seçim zamanı, seçim sürecinde, o başkan adaylarının mahalle mahalle, kırsal dahil ilçe ilçe ve belde, köy, mezra gezdiklerinde, vatandaşa sorarlar, ‘bir emriniz var mı, dileyin benden ne dilerseniz!’ derler.
Muhtemelen bunu hepsi de söylemiştir. Başkanlar da içinde bolca cek-cak bulunan vaadlerde bulunurlar, ‘yaparız-ederiz-hallederiz-tamam o iş bende!’ diyerek gönül kazanmaya bakarlar.
Vatandaş da mutlu olur, ‘başkan beni dinledi, not aldı, hatta söz verdi!’ diye avuntu içine girer, derin hülyalar kurar, geleceğe dair gerek bireysel, gerekse ailevi projeler içine girer.
Başkan dedi bir kere, boru mu? Başkanın vaadi, sözü üzerine söz olur mu? Ağa nihayetinde. Ama alt tarafı bağlar gazeli çıkar!
*
Zaten (partisinin bir önemi yok) aday gösterdiklerinde, daha koltuğa oturmadan kimi nereden alıp nereye vereceğini, aldıklarının yerine kimleri yerleştireceklerinin plan-programını yaparlar. Ki koltuğa oturduğunda bunları düşünmeye, eyleme geçmeye zamanı olmayacak. Bu süreçte ilk ekibini kurar, onlarla istişare eder, fikirler tartışılır, kendi aralarında bir konsensüs kurup, kadroyu nasıl ihdas ederiz, nasıl bir kadro kurar da galip geliriz, vatandaşa mahcup olmayız diye düşünürler.
Nihayet seçim yapılır, koltuklara oturulur.
İşte asıl icraat o zaman başlar! Kafalardaki plan-projeler yavaş yavaş harekete geçmeye başlar. Bunun için bir yıllık süre beklenir. Bu süre içinde taşlar yerine oturur, köprülerin altından ırmaklar geçer, sular durulur, zaten bu süreçte daha önceki başkan tarafından atanan, görevlendirilen her kim, kimler varsa, onlar kapının ve zillerin, daha başka ifade ile çanların kendileri için çalınacağını düşünmeye başlarlar.
Vakit tamam, sıra gelmiştir, sen, şu, bu, öteki, beriki yolcudur Abbas!
*
Her ağaç dalı kadardır. Her arı balı kadardır. Her Allah’ın günü Salı kadardır. Her sahil, her koy yalı kadardır.
Yani seçilmiş belediye başkanları, yani kendi iradesi, yani kendi inisiyatifi, yani kendi aklı ile ve şöyle de diyebiliriz elindeki çalışanlarla kurduğu kadro, ekip kadardır.
Geçmişte yeşil sahalarda top koşturmuş, profesyonel futbolcu olarak yazıyorum, bilirsiniz takımlar 11 kişiden oluşur. Kaleci dâhil. Her teknik adam futbolcuları motive edeceğine, başarı hikâyesine yazacağına inandığı teknik adamı getirir. Sorumluluk verir yetki vermez o ayrı mesele.
O teknik adam kadroyu fizik, teknik, oyun kuruculuğu ve kondüsyon olarak maça hazır oyuncuları sürer sahaya. Aksi tutum sergiler, o oyuncuyu kadro dışı bırakırsa, bu oyuncuya ceza verirse, şu oyuncuyu ilk 11’e koymazsa zamanla o oyuncu moral ve motivasyon açısından çöker, hasbelkader maçın sonlarına doğru oyuna girse bile uykudaymış gibi gezinir durur.
*
Ve o takım bırakın süper lig takımına, Kümbetspor'a bile yenilir, hatta fark yer. Kulüp başkanı teknik adamı, teknik adam futbolcuları, futbolcular taraftarı, taraftar da hakemi suçlar, kibir-günah keçisi bulmak zorundalar, herkes söver-sayar, ramazan dinlemez günaha girer, taraftar da verdiği paraya yanar, gönül verdiği takıma verir veriştirir. Şarkıcının dediği gibi, ağzı bozuk şarkılar yazarlar anlayacağınız.
*
NOT: Büyükşehir Belediyesinde yaşanan yaprak dökümünden, çalışanların depreminden, gelen ve gidenlerden söz edecektim, ki başlıktaki o sözü boşuna söylemedim, yazmadım, fakat vakit ve yer kalmadı.
Pazartesiye inşallah…