banner1524

İnsanoğlu her şeyi ister. İster ki, dünyalar kendisinin olsun, ister ki, dünyanın hâkimiyeti kendine geçsin, insanlar yerel yönetici görsün, siyasetçi tanısın, bürokrata tanıklık etsin.

İçimizde bir eksiklik olduğunu hissedip, bunu duygularımızla dışa vururuz çoğu kez, farkında olsak da, olmasak da…

Kendimiz olmayı beceremediğimizden, yaşamımız hep ‘keşke, niye ve neden’lerle geçer.

“Şu belediyeyi bana versinler, çok değil bir ay, bak nasıl adam ederim bu şehri!” diyen çok bilmişler kadar, “Beni bu şehre vali yapsınlar, şöyle çok değil, bir ay falan, ne kadar çürük-çarık memur varsa kapının önüne koyar, devlet kadrosuna bir ciddiyet getiririm!” güvenine sahip olduğunu sananlar da çıkacağı gibi, “Bunlar gazeteci mi ki? Ah ben gazeteci olacam da, millet görecek yazı nasıl yazılır, nasıl yer yerinden oynatılır, nasıl mangalda kül bırakılmaz, görsün millet!” deli fişekler çıkacak aramızdan.

Çıksınlar,  iyidir, iyi…

*

Inka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir gurup arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyulurlar.

Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılarlar. Aynı hızla aynı tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere otururlar ve böylece beklemeye başlarlar.

Tabi Avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremezler. Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola koyulurlar.

Sonunda tepenin üstündeki görkemli Inka tapınaklarına gelirler. Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere sorar; “Hiç anlayamadım! Niye yolun ortasında oturup saatlerce yok yere bekledik!”

Yaşlı rehberin cevabı o kadar güzel ki; “Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta, geride kaldı.  Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik!”

*

Yaşlı rehber, ‘niye!” ile başlayan daha bir düolu sorunun cevabını açıkça veriyor. Inka’ların yaşlı torunu, çünkü kimilerimiz bu aptal hayat içinde o kadar hızla yol alıyoruz ki, ruhumuz çok arkada, geride kalıyor, hatta onu nerelerde unuttuğumuzu bile hatırlamıyoruz.

Herkes bir arayış içinde ama, hiç kimse ne aradığını bilmiyor.

Sanıyoruz ki çok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli evimiz, Hürriyet gibi çıkarttığımız ulusal gazetemiz, spor bir arabamız olunca, biz de çok mutlu olacağız!

*

Evet, belki arabamız, evimiz, gazetemiz, kariyerimiz, makamımız oluyor belki ama, ruhumuz yanımızda olmuyor.

Ruhsuz da yaşanmıyor ki birader!

 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner1527