Bu şehirde yaşayıp, bu şehrin kültürü, sosyal şartları içinde yoğrulduğun, havasını soluyup, suyunu içtiğin, yönettiğiniz anneden kişilerce yönetildiğine inanmadığın sürçe, bu şehirde ömrün uzun da olmaz.
Ona kafayı takma, buna takma!
Birilerine, bir kuruma, bir markaya, bir firmaya kafayı taksan, onlar da sana kafayı takıyorlar.
Takacaklar mecburen, çünkü sistem bu…
Hele bu şehirde. Sonra sana ait olmayan bir sürü dedikodu ve iddia sürülür ortaya ki, haklı iken haksız sen sayılırsın! Çünkü iddia sahipleri büyük, çünkü bu dedikoduyu yayanlar amir, memur, genel müdür, daire başkanı… Hani toplum içinde söylenen bir mesel var, ‘Patron daima haklıdır, bilhassa haksız olduğu zaman!”
Benim ifade etmeye çalıştığım mesele de bu aslında!
Bu şehirde, siyasi anlamda söylüyorum, huzur yok, barış yok. Yoksa kentin huzuru, asayişinde sorun yok. Emniyet Müdürümüz sayın Doğan İnci şehre hakim. Tüm ciddiyeti, sorumluluk bilinciyle huzur ve barış için elinden gelen gayreti gösteriyor.
Benim demem başka…
*
Kime kafayı takarız. Başkanlara, sivil toplum kuruluş temsilcilerine, hileli satış yapanlara, eşini dövenlere, öldürenlere, çocuk istismarcılarına, sahtekârlara, Müslüman mahallesinde salyangoz satanlara, samimi havalarıyla samimiyetsizlik sergileyenlere, çalışan-emeğinin ve zamanının karşılığını taşeron işçi olarak sürdürmesine rağmen, onları kıskanan, kuyusunu kazanan, yerine kendi akrabalarını almak için bin bir hile ve oyuna ihtiyaç duyan fırıldak, dandik, geçmişi şaibeli müdür ve daire başkanlarına… (5 harfli, başında K olan bir kurumdan da söz edebilirim mesela…)
Ama durun! Daha yazacaklarımız bitmedi… Keser dönecek sap dönecek, günü geldiğinde hesap ödenecek!
*
Sinsilere, dost görünüp düşman maskesi takan Bizans entrikacılarına, maiyetinde çalışan dürüst taşeron işçilerin kuyusunu kazan daire başkanlarına, yediği nanelerin, herzelerin bini bir para olan genel müdürlere, mahallenin namus bekçisi kesilen namussuzlara, eşini-dostunu aldatanlara, kandıranlara, başarıyı ödüllendirip alkışladığımızda, bize ‘Siz de mi satıldınız, siz de mi aklınızı, fikrinizi satılığa çıkarttınız, kiraya verdiniz!’ diye zırvalayan zavallılara takarım kafayı…
Kendini zirvede zannedip, bir atımlık barutu olan yılanlara, çiyanlara, çakallara, ödleklere siz olsanız kafayı takmaz mısınız?
Öküzün önde gidenlerine, çalıştığı kuruma ihanet edenlere kim olsa kafayı takarken, benim seyirci kalmamı beklemesin kimse!
*
Aynaya bakma meselesine gelince…
İnsan her bakışta kendini biraz daha yaşlanmış hissedeceğinden, çünkü aradan geçen zaman yaşamımızdan, zamanımızdan ve fiziksel görüntümüzden bir şeyleri alıp götürüyor.
Sadece birilerini eleştirirken, birileri lehine veya aleyhine konuşurken, önce aynayı kendimize çevirmenin daha şık, daha etik olacağını bilirim, düşünürüm, o kadar!
Siz de öyle yapın!