Seneler önce, ben deyim 45, siz deyin 46 sene önce, Bingöl Sineması’nda bir şiir gecesi vardı, orada o nefis şiirlerinden örnekler dinleme zevkine varmıştım. Kendi sesinden…
O tarihten bu yana görmedim kendisini. Okumasam da yazılırını görürdüm Akit’te.
Lakin, şiirlerine olan aşırı sevgim nedeniyle, tüm kitapları kitaplığımın en güzel yerini doldururlar.
Vefatını öğrendiğimde üzüldüm. Kadere karşı gelinmiyor. Allah mekânını cennet eylesin, nur içinde yatsın!
*
Geçen haftaya damgasını vuran bir başka güzellik, teknik ve soysal belediyecilik alanında gösterdiği başarı yanında, sempatikliği, beyefendiliği ile son senelerde yetişen en kaliteli yerel yöneticilerinden biri olan Osman Okumuş’un, geleneksel kısa şalvar güreşlerini tertip etmesiydi.
Osman Okumuş, malum, Beyoğlu Belde Belediyesinin acar belediye başkanı.
Ziraat mühendisi. Bilgisini, eğitimi ile birleştirip beldesine yaptıklarını anlatacak olsak, sayfaların yetmeyeceğini siz de biliyorsunuz.
Hele güreşe festivaline Kırkpınar’dan gelen eski başpehlivanların yağlı güreşleri de eklenince, tadına doyum olmaz bir spor etkinliği yaşadık. Ayrı bir heyecan kasırgasıydı esen.
Tabi günün en önemli bir başka meselesi de, siyaset camiasının sevilen siması, Dt.Sıtkı Güvenç’in güreş ağası seçilmesiydi.
Allah için yakışmıştı sayın vekilime. Her zaman mütevazı, her zaman güler yüzlü, her vakit insan evladı portresi çizen Güvenç için de güreş ağalığı kıyafeti anlaşılan o ki özel getirilmişti.
Her şey, ama her şey mükemmeldi, dört dörtlüktü. Sıtkı beye takıldım, “Ben gazeteci, sen siyasetçisin, üstelik de benden gençsin, gel şurada bir güreş tutalım!” dediğimde, yine mütevazılını, sevgi-saygısını gösterirken, bir gazeteciye olan özel dostluğunu da korurcasına, “Ben deli miyim ki senle güreş tutayım, beni her zaman her yerde yenersin! Hele hele Mehmet Fiskeci ile güreş tutmak, tövbe tövbe!” diyerek espriye boğdu bizleri.
Sonra Okumuş’a döndüm, “Vekilim yanaşmıyor, bari gel seninle kapılalım, güreş tutalım!” önerisinde bulununca, o güzel insanın; “Yok Mehmet abi, senle güreş tutamam, Mustafa Taşhan gelsin karşıma!” cümlesi açık açık meydan okumaydı, vermek istediği özele mesajdı.
Şaka, espri biryana, kısa şalvar güreşleri her zaman kaliteliydi, bu yıl da üçüncüsü düzenlenmişti, organizasyon dört dörtlüktü, Osman Okumuş kendine yakışanı yapmıştı bir kere daha…
Kutlarım sayın Okumuş, tebrik ediyorum seni. Sayın Sıtkı Güvenç’in hoşgörüsüne bir kere daha hayran kaldım, ağalığını tebrik ettim.
*
DERT AĞACI…
Eski çiftlik evini restore etmek için tuttuğum marangoz, işteki ilk gününü zorlukla tamamlamıştı. Arabasının patlayan lastiği onun ise bir saat geç gelmesine neden olmuş, elektrikli testeresi iflas etmiş ve şimdi de eski püskü pikabı çalışmayı reddediyordu.
Onu evine götürürken yanımda adeta bir taş gibi oturuyor, konuşmuyordu, suratı asıktı. Evine ulaştığımızda beni ailesiyle tanışmam için içeri davet etti.
Eve doğru yürürken küçük bir ağacın önünde kısa bir süre durdu, dalların uçlarına her iki eliyle dokundu. Kapı açıldığında, adam şaşırtıcı bir şekilde değişmişti.
Yanık yüzü tebessümle kaplandı, iki küçük çocuğ4unu kucakladı ve eşine kocaman bir öpücük verdi.
Daha sonra beni arabaya yolcu etmeye geldiğinde, ağacın yanından geçerken merakım daha da arttı ve ona eve giderken gördüğüm olayı sordum.
“O benim dert ağacımdır” dedi.
Devam etti; “Elimde olmadan işimde bazı sorunlar yaşıyorum, ama şundan eminim ki o sorunlar, evime, eşime ve çocuklarıma ait değil. Bunun için bu sorunları her akşam eve gelirken o ağaca asıyorum. Sabahları tekrar onları oradan alıyorum. Ama komik olan ne biliyor musun?”
Merak ettim, sordum; “Ne?”
Gülümseyerek cevap verdi marangoz ustası; “Ertesi sabah onları almaya gittiğimde, astığım kadar çok olmadıklarını görüyorum!”
*
Yazı uzadı, kısa kesiyor, bir nefis dörtlükle bugünkü yazıya nokta koyuyorum.
Aç gelmişiz dünyaya, doymadan gidiyoruz.
Ben merkezli âlemde, her şey benim diyoruz
Yaşam aşçı tabağı, her yemekten bir lokma
Herkes sahip çıkıyor, can kimin bilmiyoruz!