Elma diyorum olmuyor, alma diyorum olmuyor. Kime ne diyeceğimi, ne yazacağımı şaşırdım. Kişisel gözlemlerimi, gördüklerimi, gerektiğinde ciddiye aldığım meselede duyduklarımı burada sizlerle paylaşırım. Bu benim işim, görevim ve varlık nedenim.
Ha, okur her yazıyı beğenir mi, beğenmez. Bu onların kendi sorunu da, ancak okuru tatmin edecek, gerçeği yansıtacak, onu ikna edecek, tarafsız, bu kentin yararına yapılmış hizmetleri servis edecek, aksayan ve iyi gitmeyen yanları, hizmetleri ve icraatları gündeme getirmede haber ve yorumlara tabi ki ihtiyaç var ve okur da bunu bizden bekler haliyle…
Bu onun en doğal hakkı…
*
Diyorsun da…. Haber veriyorsun, yorum yapıyorsun, bizim şehrin kaderinde mi var, çizgisi mi bu, bilmiyorum; ya satılıksın, ya kiralık. Ya da reklam vermediler, abone olmadılar.
Mantık bu.
Şunu da gönül rahatlığı ile söyleyebilir, yazabilirim, okur her hadiseye, her kişiye kendi penceresinden bakıyor. Sadece duymak ve görmek istediği işine gelince, kendinden olmayan yorum ve haberlere itibar etmiyor, burun kıvırıyor.
Kimi her hadiseye, her kişiye siyasi bakıyor.
Kimi her hadiseye, her şahsa ekonomi penceresinden bakıyor.
Kimi her hadiseye, her bireye gönül kapısını aralamasa da, kıyısından köşesinden yaklaşarak ‘eh işte…!’ mantığını kullanarak kuşkucu yaklaşıyor.
Yani okura ne haber, ne köşe yazısı beğendiriyorsunuz.
*
Özetle, kaleminizden kan damlasa, birilerinin gönlünü ve ruhunu okşayacak yazı da yazsanız, kral çıplak diyecek, ezber bozacak yorum da koysanız gazetenize, sitenize, ne İsa’ya yaranıyorsunuz, ne Musa’ya.
Çoğu zaman iki arada bir derede kalıyorsunuz ki, bu da iyi bir şey olmasa gerek.