Geçenlerde yine kulaklarım çınladı. Ne zaman bir yerime bir şey olsa, diyelim ki genzim yansa, burnum sızlasa, hıçkırık tutsa, ne zaman seğirse gözüm, “beni andı…” derim.
Sağ ol gülüm…
Organlarım haberci gibi.
Ne zaman sırtım ağrısa, ne zaman kramp girse ayaklarıma, ne zaman hapşırsam, ne zaman başım ağrısa, ne zaman bileğim burkulsa, hatta gülüm, ne zaman düşsem bir yerden, “yine beni andı…” demek geçer aklımdan.
Dün kulaklarım çınladı.
Bir de kafamı dolaba çarpsam, merdivenden yuvarlansam örneğin, kapıya kolum sıkışsa, ağrısa bir yerim. Ya da dizimi sehpaya vurup da katlansam iki büklüm.
Bana bayram, düğün…
Ne yapacaksın bir tanem! İnsan hasret çektiğinde, umulmaz şeylerden haber bekler, olmadık şeyleri habere yorarmış. Ben de öyle yaparım. Ne demiş şair; “bıçak saplanır yüreğime, selamına sayarım…”
Sen benim sadece ‘okurum’ değilsin.
Ülküdaşım, gönüldaşım, yol arkadaşım, kader dostum, dayanağım, her şeyim… Dert ortağım, baba ocağım, annem, kardeşim, bebeğim, asker arkadaşım, mahalle komşum.
Ailem…
Harflerim, kelimelerim, cümlelerim, satır aralarım, noktalarım, virgüllerim, ünlem işaretlerim..
Uzun gecelerim…
Radyomun sesi, şu masadaki pembe orkide çiçeğim…
Beni bu Temmuz sıcağında serinleten vantilatörüm..
Senden bir ses, bir tepki, bir söz, bir haber gelmediği zaman...
Umutsuzluğum, hüznüm, sancılarım artar. Ne yapabilirim. Ben işte o zaman kendimden kendime, senin haberlerini beklerim…
Dün gece ‘yine beni andı’ dedim… Nereden bildim dersen, iki damga, iki küçük haberci yuvarlandı.
Yandı gözüm..
Selamınmış…
Sağ olasın iki gözüm! Sağ ol gülüm!.
Sağ olasın şekerparem!... Sağ olasın Hacı Hamza armudum, sağ olasın Bertiz üzümüm!