Birkaç gün önce yayınlanan ‘Ben Sütçü İmam’ın torunu değilim!’ başlıklı yazımın ardından müspet-menfi eleştiriler aldığımı söyleyebilirim. Ama en çok da olumlu yanından…
Tarih konusunda derin bilgileri olan bazı dostlarımız bizi uyardılar.
Örneğin Sütçü İmam’ın asıl adının Ali değil, İmam olduğunu, zaman zaman camilerde cemaate imamet ettiğini, en önemlisi de, kale’deki top atışı sırasında, top mermisinin geri tepmesi sonucu beyin travması geçirerek hayatını kaybettiği bilgisini de aktaran okurlarım oldu. Teşekkür ediyorum uyarıları, aydınlatmaları için.
Hepsine eyvallah.
*
Yine iddialıyım, yine aynı meseleyi yine yazarım. Bu şehir, düşman işgalinden kurtuluşunun 100’üncü yılını kutlamaya hazırlanırken, daha vakit var, gelin bu törenleri stadyumda yapalım.
Trabzon bulvarını trafiğe kapatıp, insanlara işkence çektirmeyelim. Zaten her geçen gün azalan seyirci-vatandaş kitlesinin bayram törenlerini ancak protokolün yakınlarında yer alanların izlediğini, seyrettiğini, zaten kurtuluş ruhunun ve tören anlamının da yitirildiğini dikkate alırsak, en iyisi bu işi stadyuma taşımak.
O vakit yaşlılar, engelliler, çocuklu kadınlar da rahat rahat töreni izlerler, kurtuluş ruhunu özümserler.
Ve trafik de felç olmaz, sürücüler de kimseye beddua etmez!
*
Geçtim…
Niçin anne ve baba tarafından gelen dedelerimin torunu olduğuma gelince… Bir kere daha söylüyorum, bu şehrin kurtuluşunda ve akabinde Türkiye Büyük Millet Meclisince layık görülen ‘İstiklal Madalyası’, bir kişiye değil, tüm şehre verildi.
Bu şehrin kurtuluşunda BERTİZ yöresi insanlarının yiğitliğini de göz ardı etmeden, bendeniz Mehmet Fiskeci, 1920’de, 22 gece gündüz süren direniş sonrası hayatını kaybeden, isimli isimsiz tüm şehitlerimizin, yiğitlerimizin, büyüklerimizin ve en önemlisi de baba ve anne tarafından gelen dedelerimin, yani İmam Gazeli Hazretlerinin birinci kuşak yakını olan dedem Bekir Öncülokur’un ve ‘Fiskeci Bea’lar olarak anılan Hamit Çavuş’un (Fiskeci) torunuyum.
Bal dururken pekmez yenmez!