Unuttuğumuz, çoktandır alışamadığımız tablo bunlar. Vatandaş vekilini kendi arasında istiyor. Derdini dinlesin, gücü yetiyorsa derdine çare olsun, ama halkını sırtını çevirmesin, unutmasın!
Kente her geldiğinde, esnafı unutmayan, halkın içinden çıkmayan, onları dinleyen, notlar alan ve çözümü için gerekli talimatları veren sayın Sağlam, esnaf tarafından kendisine verilen yüz üzerindeki yüz puanlık başarı grafiğini her geçen gün daha artırıyor.
Esnaf ziyareti sırasında yanına yaklaştım, “Sayın bakanım, Pınarbaşı’na yeni yapılan halk eğitim merkezinin bugünlere gelmesinde, bitirilmesinde sizlerin emeği, katkısı çok. Halk bunu biliyor. Biz de biliyoruz. Bu yeni yapılan halk eğitim merkezine sizin isminizin verileceğine ilişkini duyumlar var, eseriniz ve isminizin verilmesi konusunda ne diyorsunuz?” diye sordum.
Mütevazı insan, büyüdükçe küçülen sayın Sağlam’ın cevabı net oldu; “Bizler hizmet erbabıyız. Kaldı ki sayın Başbakanın her zaman söylediği gibi, biz efendi olmaya değil, hizmetkar olmaya geldik. İsimlerin önemi yok. Önemli olan iz ve eser bırakmak. AK Parti iktidarında bunlar yaşanıyor. Halkın beklenti ve taleplerine cevap verildiğinde, bizim gurur kaynağımız halkın beğenisi, takdiri ve hakkımızdaki olumlu düşünceleridir!” şeklinde cevap verdi.
Cevap, sayın Sağlam’a yakışır biçimdeydi.
*
Bu meseleye ilişkin daha önce değerli dostum Süleyman Canpolat yazı kaleme almıştı. Sayın Canpolat yazısında; sayın Sağlam’ın hakkını vermiş, siyasete getirdiği kalite kadar bu şehir için yaptıklarından örneklere sergilemiş.
Teşekkürler Canpolat..
Her zaman der, yazarız, marifet iltifata tabidir.
Canpolat da kendine yakışanı yapmış.
*
Biz sayın Sağlam’ı yeni tanımıyoruz. YÖK Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, DYP’deki siyasi yılları, Etik Kurulu Başkanlığı ve gelinen bugünkü nokta…
Kaliteli bürokrat-akademisyen ve siyasetçi kadar, dost bildiklerine itibar eder, güvenir, arka çıkar.
Bir anımı anlatayım; seneler önce, etik kurulu başkanı olduğu sıralar. Yanılmıyorsam, Kızılay’da, aradaki Menekşe Sokakta Etik Kurulu binasındayım, ziyaretine gittim. Haber de yapacağım tabi. Oturduk, sohbet, haber derken, bir ara kalktı, gitti.
Yarım saat sonra döndüğünde, bir poşet içinde, ayakkabı, gömlek, kravat ve çoraptan oluşan paketi uzattı, “Lütfen kabul et, bende hakkın çok!” diyerek incelik gösterdi.
Şimdi diyeceksiniz ki, “Bir gömlek, bir kravata gittin mi?”
Alakası yok. Hediyeleşmek güzeldir, sünnettir de, değerini ölçmek de kimsenin haddi değil, önemli olan bunu yaşamak, yaşatmak, insanları mutlu etmek.
Hatırlamak, hatırlanmak… Yoksa, bir gömleğin, bir çorap, bir kravatın kaçı kaç para…
Düşünmesi yeterdi. Demem oydu yani…
*
Biz sayın Sağlam ile kardeş gibiyiz. Gazeteci siyasetçi ilişkisinden çok iki dost.
Dedim ya, dostluklara özel önem verir, arkasında durur.
Örneğin, bir Fatih Nalbantbaşı’na özel bir ihtimam gösterir, onu çok sever, her geldiğinde uğramadan duramaz.
Hısımım Fatih Nalbantbaşı da büyüğü olarak, abisi olarak sayın Sağlam’ı sever, ki ona da son derece bağlıdır.
Karşılıklı yani sevgileri, dostlukları…
Bir Ahmet Görgülü, bir Haluk Şerbetçi, bir Ökkeş Gözükara, bir Ilıca (Cuma Karalar, Zeki Kaçmaz, Remzi Demir) ekibi, bir Osman Okumuş, bir Mehmet Nar, Sağlam’ı her daim bir büyük, bir baba şefkati, bir siyasi deha duygusu ile severler, sayarlar…
Yazıyı bir veciz sözle bitirmek istersem; “Sev seni seveni kapında kölen olsa, sevme seni sevmeyeni Mısır’a sultan olsa!”
Sayın bakan bizim büyüğümüz, başımızın tacı. Allah var etsin!