Öyle biri soru ki, bilmeyenler de üniversite sınav sorusu belleyecek! Oysa biz kimseyi sınava sokmadık, sorumuz da gayet mantıklı, manalı ve imalı…
Kendisini severim. Gördüğü yerde, telefona çıksa, ‘abi’ der. Müftülükteki yöneticilik zihniyetini bilemem, karışamam. Çalışanları tarafından sevilen, yoksa nefret edilen biri mi, ondan da anlamam. Her bürokrat, her insan sevilecek diye bir şey yok. Sanki Maraş bizim için ölüyor da haberimiz mi yok! Bizleri de seven de oluyor, nefret edip gördüğü zaman yolunu değiştiren de…
Diyeceksiniz ki anladığın ne?
Zaman zaman cenazelere gideriz. Bakarız, namazı müftümüz kıldırıyor. İsminin başında etiketi olan ne zaman Hak’ka yürüse, müftümüz de Ulu Camii’nin yolunu tutuyor, yürüyor yani.
Zenginlerin namazını kıldırıyor desem, varlıklı dostlarımıza ayıp olacak. Sadece zenginlerin olsa gam değil, etiketli birinin yakını ya da kendisi vefat etse, bakıyorsunuz müftümüz namazını kıldırıyor.
Bir gün bir garibanın cenaze namazını kıldırdığını görsem, fakire sadaka vereceğim de, pek sanmıyorum.
Tekrar ediyorum, sayın müftünün sadece para, mevki-makam ve ünvan sahibi kimselerin cenazelerinde namaz kıldırması bir tesadüf mü ve bunun hikmeti nedir? Bu memlekette gariban olmak suç mu, günah mı?
*
Meslektaşım, Ali Eskalen dostum ile her sabah karşılaşırız, bir anekdotunu aktardı, bir gün bir arkadaşı, “Biraz da fakirlerin haberini yapın, fakir olmak suç mu?” şeklindeki sitemine söylenecek tek cümle şu: Gariban, fakir yaşama veda ettiğinde, hele hele bir trafik kazasına kurban gittiyse, araba çarptı ise, üzerine gazete kâğıdı örterler, bir kamyonetle evine ya da camiye getirirler.
Selasını verenin de sesini ancak okuyan zor duyar. Ama etiketli birisi olsa, yedi mahalleden sesi duyulur müezzinin!
Yalanım varsa iki gözüm önüme aksın!