Her gün iki köşe yazısı. Kolay değil.
Ha, bu şehirde yaşayanlar için her gün iki köşe yazısı, kendi adıma söylüyorum, çocuk oyuncağı.
Bir gün dostumun biri; sevgili Mustafa Önyurt’a sordukları gibi, (onun satırlarından da yararlandım) bize de soruyorlar, diyorlar ki; “Para pul almıyorsun, siyasetten bir beklentin yok yani hiçbir menfaatin söz konusu değil, üstelik yazınca da düşman kazanıyorsun, kral çıplak diyerek fincancı katırlarını ürkütüyorsun. Yaşın geldi belli bir yere. Şu üç günlük dünyada insanları kırmaya, üzmeye değer mi? Bütün bunları bildiğin halde, buna rağmen niye yazıyorsun?”
Onlara şu cevabı veriyorum; “Para belki çok şey ama hiçbir şey de değil. İnsan zengin olur, eli cebine gitmez. Servetinin ucunu bucağını bilmez, parayı yemekten aciz. Televizyon dizilerini seyrediyorsunuz, aileler zengin, şatafat içinde yüzüyorlar, yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında, ama huzurları yok…”
Ses çıkartmıyor, çıkartanlar da ‘Haklısın!’ diyor.
*
Bizimi bu şehre karşı sorumluluklarımız var. Nasıl ki aile bireyleri olarak eşlerimize, çocuklarımıza, torunlarımıza sorumluluklarımız olduğu kadar, meslek icabı topluma karşı da üstlendiğimiz sorumluluğu yerine getirmek görevimiz.
Düşüncelerimizi, bilgi birikimlerimizi kamuoyu ile paylaşmak gerekiyor. Bizde kalmasın bazı şeyler. İnsanların bilmeye, öğrenmeye hakları var ki bu da doğru bilgilendirmeden geçer. Yalan yanlış değil.
Maddi anlamda hiçbir menfaatim yok! Okumak, düşünmek bu memleketi sevmek nasıl bir erdemlilik ise yazabiliyorsan yazmakta bence bir erdemlilik olsa gerek.
Duygularını düşüncelerini bu halkla paylaşabilmek ayrı bir sorumluluk ve mutluluktur.
*
Yazmak, paylaşmak…
Her şeyden önce hayata sahiplenmektir, insanların dertleriyle dertlenmek, sevinçleriyle sevinmektir kısacası hayatı paylaşmaktır.
Yazının icadı medeniyetlerin dönüm noktasıdır. Kültürlerin gerçek taşıyıcısı ve koruyucusu yazılardır. Böylelikle okumanın fazileti de ortaya çıkıyor. Dinimizin ilk emri ”Oku!” denmesindeki mana bunun için önem arzeder.
Yazı; Duygu ve düşüncelerin beyindeki fotoğrafıdır. Hepimiz bir yerlerde mutlaka bir konferansı veya bir konuşmacıyı dinlemişizdir. Konuşulanların çoğu aklımızda kalmaz oysa yazılanlar yerli yerinde durur, yani “söz uçar yazı kalır” özdeyişi de boşa söylenmemiştir.
*
Yüzyıllar geçmesine rağmen Mevlana Mesnevi’yi ve diğer eserlerini yazmasaydı, Mevlana’yı nasıl anlayacaktık!
Eğer birileri duygu düşüncelerini ve bilgilerini aktarmasa idi, bu gün farklı bir dünya oluşumunun içinde olurduk. Her dönemin birikimleri yazılmasaydı çağlar arasına neyi taşıyacaktık! İnsanlığın yararına olan buluşları, bilgileri geleceğe taşımak için bilim adamı bildiklerini yazar. Bir şair, yazar toplumun derdiyle dertlendiği için, kültürüyle iç içe olduğundan dolayı yazar. Hukukun devlet yönetimindeki önemi açısından kanunlar yazılır.
Bir baba veya anne mesleki bilgilerini bir tarafa yazar ve çocuklarına aktarır. Yani her insanın yazı yazması için mutlaka mantıklı bir sebebi vardır.
İnsanı diğer varlıklardan ayırtan en büyük özellik düşünebilen ve kararlarını uygulayan bir varlık olmasıdır. Öyleyse hayatın içinde cereyan eden her şey insanı ilgilendiriyor. Herkesin yazma alışkanlığı olmayabilir, ama herkesin bir düşünce platformu vardır. Bu sebeple düşünmek kadar okumak da bir sanattır.
İnsanlık bizim ortak paydamız ise düşünce ve duyguların paylaşımında da bir ortak yönümüz vardır, çünkü düşünüyoruz.
*
Yazar yazdıklarının sorumluluğunu taşırken, ölçüyü de dikkat etmesi gerekiyor. Kalem, keyfe göre yazmamalı veya kukla olmamalı, kalem ağırlığını, asaletini korumalı.
Sezai Karakoç ”Kalem, çağın sorumlu şahidi” derken her şeyi zaten anlatıyor. Bu bağlamda, düşünmek düşündürmek ve sorumluluğumuzu bilmek zorundayız.
Kalemi sağlam yazar; yazdıklarıyla cesurdur, cömerttir ve yüreğindekileri ni toplumla paylaşmasını bilir. Adam trilyonlarla uğraşır içinde kopan fırtınaları açığa vuramazken, yazar bazen fırtınalı denizlere açılır lodosa yelken açar.
Bazen yalnızdır ama yazma sanatını da iyi bilir.