Cehennem ehli, cehennem kapısında şeytanın yakasına yapışarak şöyle diyecek; “Senin yüzünden geldik buraya, ey melun!”
İblis de onlara, “Bir dakika! Siz dünyada beni gördünüz mü? Sesimi duydunuz mu?” diye soracak.
Cehennem ehli; “Görmedik, duymadık!” diyecekler.
Şeytan devam edecek; “Peki, siz dünyada hiç Allah’tan söz eden insan, hoca görmediniz mi? siz hiç Kur’an hadis okumadınız mı? Dinden, Allah’tan söz eden duymadınız mı?”
Cehennem ehli şu cevabı verir; “Evet, gördük, okuduk ve oduyduk!”
İblis diyecek ki; “Yani siz şimdi gördüğünüze ve duyduğunuza değil de, görmediğinize ve duymadığınızı tabi olup mu buraya geldiniz? Siz gidin kendinizi ayıplayın! Benimki sadece vesveseden ibarettir. Siz gerçeklere değil, bir fısıltıya itibar ettiniz!”
*
Mesele şu, ki daha önce de yazdım, bu şehir fısıltılarla, dedikodularla yönetiliyor. Şahsım şehri insanı zaten yönetilmekten hoşlanmaz. Kendinden başka kimsenin aklına itibar etmez, ihtiyaç da duymaz.
Yazacağım şey, belki bazılarınızın gücüne gidecek. Alınganlık gösterecek, “Biz bu değiliz, gazeteci bizi yanlış anlamış, yanlış değerlendiriyor!” diyeceksiniz de, gelin biraz gerçeklerle yüzleşelim.
Ki bunun vakti çoktan geldi geçiyor.
Bir aynaya baksak, yetecek!
*
Kızmak yok, darılmaca, gücenmece yok; şahsım şehrinde melekler kadar, melek yüzlü şeytanlar da var.
Şahsım şehrinde iblisler kadar zebaniler, dinini dirayetini bilen, inancından kuşku duymadığımız, iman ehli insanlar da çok.
Bu şehirde üretim var, istihdam var, ihracat var, katma değer yaratacak potansiyel var, şehrimizi dünyaya tanıtacak ve tanıtan markalarımız var, zenginlerimiz, fabrikalarımız var ama abimiz yok!
Sıkıntı burada zaten!
En önemlisi de, bu şehri anlatacak, koltuktan güç almak yerine, koltuğa güç verecek temsilcimiz yok, Ankara’da, İstanbul’da güçlü lobimiz yok.
O gün sayın Mahir Ünal’ın dediği gibi, bu şehirde herkes kendini potansiyel gazeteci, potansiyel ve tek tabanca işadamı, bulunmaz Hind kumaşı yerine koyan sivil toplum kuruluş kanaat önderi yerine koyuyor.
Kimse kendini terazinin kefesine koyup da, ‘benim yüreğim şu kadar!’ demiyor, demeye cesaret edemiyor, üstelik de buna yanaşmıyor bile.
Yanaşsa, özgül ağırlığının hikâye olduğu meydana çıkacak!
*
Başlıktaki sorunun cevabını vermeye çalışalım kıt aklımızla…
Önce, biz birbirimizi sevmiyoruz. O gece, sayın Mahir Ünal’ın basın ile buluşmasında da söyledim; emeğe, üretime saygı yok. Büyükler küçükleri sevmiyor, küçükler de büyüklere saygı göstermiyor.
Lafa gelince mangalda kül bırakmıyoruz. Aklımız sıra komşu Gaziantep’i beğenmiyor, burnumuzla itiyoruz ancak şehir milliyetçiliği konusunda hep Gaziantep’in gölgesinde kalıyoruz.
*
Pazar günü, MADO yönetim kurulu başkanı sevgili Mehmet Kanbur ile MADO’nun Türkoğlu’ndaki çiftliğine gittik, birkaç gazeteci arkadaşımızla. Sahlep tohumu ve fidanı dikildi tarladaki baranlara. Kardeşi, yönetim kurulu üyesi sevgili Erdal Kanbur ile birlikte… Adamın önde gideni ile…
Sayın Mehmet Kanbur, dolu bir insan. Yüreği insan sevgisiyle dolu, tam bir Maraş sevdalısı, milliyetçisi. 40 ülkeyi adım adım gezmiş, dondurma sektörünün gelişmesi, büyümesi ve dünyaya yayılması için değil elini sadece, gövdesini ortaya koymuş, hiçbir kurumda, firmada olmayan ülke bayraklarını Havaalanı kavşağındaki işyeri girişinin önüne dikivermiş.
Yaklaşık 40 ülkenin bayrağı var dalgalanan.
Geçenlerde, kullandığı iyimser bir cümle yüzünden neredeyse darağacına çekilmek istenen MADO ailesi, bugün dünya markası haline gelen firmalarını büyütmek için fabrikaların vardiya amirleri gibi, önlükleriyle müşteri ile karşı karşıya geliyorlar.
*
Sevgili Mehmet Kanbur’un yaşı 73… Sayın Abdulkadir Konukoğlu ile aynı yaştalar. Allah her ikisine de uzun ömürler versin! Sektörü ile ilgili olarak, ‘Yapan değil, satan ustadır!’ diyen bu yürekli, bu ihtiyar delikanlı, istese evine çekilir, torun torba sever, çünkü serveti yedi sülalesine yeter, ama O üretmeyi, satmayı, şehrini ve mesleğini seviyor.
Sohbetimizi sırasında sık sık markalaşmanın öneminden bahsediyor, başarı hikâyesini dilinden düşürmüyor, vaktinin çoğunu yurt dışında AR-GE çalışmaları için geçiriyor, evini barkını, sağlığını dahi hiçe sayarak, bu şehir ve firması için fedakârlık yaparak iz ve eser bırakma adına elinden geleni yapıyor.
Sonra da zekâ katsayısı düşük birileri, sanki geçmişten intikam alır gibi, iyi niyetli söylediği cümle yüzünden idam sehpasına çekiyor. Sahip çıkmanız, desteklemeniz gerekirken, ipini çekmeye uğraşıyorsunuz!
Aslında en büyük kötülüğü MADO’ya değil, şehre yapıyorlar!
Bu şehirde, kimse kimseyi sevmiyor ama nasıl oluyorsa herkes herkesle samimi… Çözemedik vesselam!
Dedim ya, bu şehirde iblisler, melek yüzlü şeytanlar kadar, itikat sahibi, dürüst ve işinin, cehennem ehli insanlar da mevcut iken, kim dost, kim düşman bilinmiyor. Diyorum ki…
Pabucumun gazetecileri, şehir milliyetçileri…