Bu soruyu kendi kendime sık sordum ama daha önce burada da sormuşumdur. Fark etmez, yine sorayım.
Bir insan…
Gazeteci kimliği ile…
Birinin sözcüsü, ulağı, uşağı olunca, kendini iyi hissedebilir mi?
Yani bu nasıl iyiliktir?
Nasıl bir mutluluk, nasıl bir vicdan huzuru, nasıl bir kişiliktir.
Çok iyi bir gazeteci olmayabilirsin…
Yanlışlar da yapabilirsin…
Şöhretin yahut büyük adamlar ve makamların eteğinde öyle bir kalıcı yerin falan da bulunmaz…
Ama bu kadar kirlenmezsin.
Şimdi bu kir görünmüyor diye...
Sanıyorsun ki görülmüyor!
İnsanı rüyasında bile kovalar, sen ister uyan, ister uyanma! Çocuğunun alnına bile yapışır, onun ne günahı varken!
Ama ille de böyle anılırsın, namınla…
*
Bırak, karşındakileri, bir gün sana kanka sandıkların bile, dökülür öyle.
Onca ulaklık, uşaklık, kâtiplik, özel kalemlik, yazıcılık arasında kaynıyorum sanıyorsun ama hakikaten fokur fokursun.
Çünkü basit bir sorun var.
Boyun eğmek zorunda kalanların birçoğu dâhil, herkes kirli değil. Herkes senin gibi değil. At kokmuş bir balığı denizden yeni çıkmışların arasına, anlarsın…
Çok gözükmeniz, bu kokunun her şeyi bastırması yüzünden. Bu iltihabın bünyesi kemirmesinden. Üzümün üzüme bakmadan bile kararmasından, çürümesinden.
*
Şimdi dönüp diyeceksin ki…
Eskiden de Genelkurmay’ın, paşaların, darbelerin kâtipleri vardı medyada…
Doğru…
Ama bu senin süflileşmeni örtmüyor ki…
Demokratik yoldan gelmiş bir iktidarın yahut ‘sivil toplum’ sanılan bir cemaatin kâtipliğini yapmak seni yüceltmiyor ki…
Ulak yine ulak, uşak yine uşaktır.
Tamam mı?
*
NOT: yukarıdaki yazı, noktası ile virgülü ile bana ait değil. HaberTürk yazarı sayın Umur Talu’nun. (09.Aralık pazar tarihli) Ben de altına ‘Oğlum ben sana okuyup vali olamazsın demedim, adam olamazsın dedim…” kıssadan hissesini yazacaktım, baktım yukarıdaki cümleler söylenmek isteneni ziyadesiyle karşılıyor, vazgeçtim.