*
Şimdi… İki durum var ki, hastalıklı. Birincisi kendini düşünmek yerine başkalarını gözetlemek. Bu bizim meslekte de var, gazete çıkartırsın, birisi alır, inceliyormuş gibi yapar, aslında görmek istediği şey, gazetendeki ilan ve reklamlardır. Kim ilan vermiş, kim reklam vermiş, ona bakar. Haberin özüne inmez, ilgilendirmez de zaten. Sonra da tutar, o senin gazetene ilan ve reklam veren firmayı arar, ‘bak, ona buna vermişsin, bize de ver. Yoksa…’ tehdidini savurur.
Bu da bir hastalık.
Bir hayatı haset, kıskançlık üzerine yaşamak, kurmak, ikincisi ise kendinin vazgeçilmez olduğunu düşünerek yükseklerden uçmak ve kendini pahalı satmak, pazarlamak.
Ve bunu çıkara alet etmek, rant sağlamak.
Altında bir koltuk var, çekilirse dünyanın yıkılacağına hükmeder. Özellikle rekabetin riskli olduğu sosyalleşme alanlarında çokça görülür bu işler.
*
Siyaset dediklerinde…
Siyasetin güzergâhına, alanına, ortasına düşerseniz, normal ile anormalini yer değiştirdiğini görürsünüz. Herkes bir ötekine zarar vermek üzerinden düşünür ve herkes tek kendini vazgeçilmez gösterme gayretine girer.
Şikâyet eder, yer yer bu şikayeti isyana dönüşür, ‘Kardeşim madem bu kadar zor, bu kadar meşakkatli, bu kadar kesenden harcıyorsun, bırak git, yıpratma kendini’ dersen, tüm samimiyetsizliği, yılışıklığı ve küstahlığı ile ‘yok ya, anan güzel mi?’ der çıkar.
Bir başkan, ‘bizde metal yorgunluk yok demişti’ biz de yemiştik.
Metal yorgunluktan vaz geçtik de, zihin ve beyin eksikliği, demir eksikliği kadar kendini hissettirince, adama söyleyecek söz bulamıyorsun!
Kendini vazgeçilmez sanan o kadar kıytırık siyasetçi var ki aramızda dolaşan, kendine başkan dedirtenlere, yaka silkiyor, illallah diyorsun.
Diyorsun da, kime!