Bindiğim toplu taşıma aracında, yanıma oturan tanımadığım vatandaş ile muhabbetim oldu. Zaten memlekete dair ne varsa, ya berberde konuşuluyor, ya kahvede, ya da toplu taşıma araçlarında. Siyasetin ve sosyal olayların kalbinin attığı yerler buraları. Siyaset de, ticaret de buralarda şekillenir, kendini bulur.
Duymadıklarınızı buralarda duyarsınız.
*
Gençti… Sakalı ve bıyığı ile önce ürküntü verse de, iki kelam edince, sıcaklığını hissettim.
Üniversite mezunu, iş bulamadığı için pazarcılık yapıyordu. Söylerken utanmadı, yüksünmedi. “Utanması gereken birileri varsa, o oda ben değilim. Sebep olanlar!” demişti bir çırpıda. Cesurca, alenen… İsmini bilmesem de, aramızdaki sohbet koyulaşıyordu git gide. Kendimi tanıttım önce, gazeteci olduğumu öğrenince daha bir yaklaşır oldu, kendine güven gelmiş olmalı ki, dökülmeye başladı.
Kendine dargın yaşıyordu biraz. "Okudum ama adam olamadım" dedi.
Adam olmanın yeni şartlarını bildiğim içindir ki, o cümleyi kendisine haksızlık etmekle gerçekleri doğrulamak arasında kurduğunu düşündüm.
Arsızların, hırsızların, riyakârların, ticaret cambazlarının, koltuk delisi sözde siyaset allamelerinin adam sayıldığı bir şehirde hele! Onların kırdığı cevizlerden birini anlattı, ağzım bir karış açıktı samimiyetle…
*
Evli bir çocuk babasıymış. Öğrenci iken evlenmiş sevdiği kızla. Ancak ekonomik olarak sıkıntı çektiğini hissetmemek elde değildi, anlıyordum onu.
Çaresizliğini söylemesine gerek yoktu, her şey ortadaydı çünkü.
Çaresizliğinin dilsiz bir yanı vardı ama mesele çocuklara geldiğinde öyle çok öfke birikmişti ki ağzına geleni saydı. Ben de ona eşlik ettim. Çocuklara tecavüz haberini gösterdi elindeki gazetede. Gülümsemeye çalıştı, güvendiğini belirten bakışlar fırlattı aracın içinde.
Çocuklara tecavüz edenleri insandan saymadığım için.
*
Mutluluğa giden yollar ardımızda kalırken, önümüzdeki gerçeklerin ikimiz de farkındaydık.
Babasından kalan resimlerin sohbetine koyuldu. Benim en iyi bildiğim zamanların.
Yine dişlerini sıktı. Söz aileye, anne-babaya, evlada gelince, "Benim babam başkalarını düşündüğü için suçlu sayıldı da, şimdiki babalar kendilerinden başkalarını düşünmediği için paraya boğuldu" dedi.
Babasını tanıdığım biriyle konuşuyordum sanki. Öğrendiğim yegâne şey, şehirliydi, yani merkezde ikamet ediyordu.
*
Çok iyi gazete okuduğunu öğrenince, tuttum yanımda bulunan KİMLİK GAZETESİ’ni verdim. İlk kez gördüğünü, zevkle okuyacağını söylediğinde, anladım ki çok iyi bir gözlemciydi…
Tinercilerden, balicilerden, hapçılardan, esrar-eroin satanlardan, kısacası uyuşturucunun peynir ekmek gibi satıldığını, gençlerin nasıl zehirlendiğine şahitliği vardı. Gençlerin geleceğinden endişeli görünüyordu. Okul önlerinde, umumi sosyal mekânlarda peynir ekmek gibi uyuşturucuların satıldığını söylerken, bu meselede çok şey biliyormuş gibiydi.
Genç yaşta yılmıştı hayattan, bıkmış hali vardı. Bir erkek evladı için pazarcılık yapmayı kendine yakıştıramasa da, diplomalı işsiz yerine konulmaktan da haz duymuyordu. Çünkü hep aldatmışlar, kandırmışlardı.
Erkeklik şerefinin mumla arandığı bir düzende, kimseye güveni yoktu artık.
Şimdi zalim zamanlardı.
*
Yalanlar ülkesinde kudretini yitirmiş gerçeklerin bir daha ayağa kalkamayacağını ikimiz de biliyorduk. Biliyorduk ama elimizden gelen bir şey yoktu.
Duraklarda inenler, binenler… Arada şoförün binenlere uyarıları, “Öne birikmeyin, arka boş, ilerleyin lütfen!” sözleri nezaket kokuyor olsa da, bazılarında bundan eser yoktu. Kaba ve hoyrat dil kullanıyordu kimileri.
Televizyonları tartıştık, dizilerle topluma verilen uyuşturucu haplarını! Yerel gazeteleri, yerel başkanları, siyasetçileri de. Siyasetçilere gelince mesele, suratını ekşitti, buruşturdu, anladım ki nefret ediyor siyasetçilerden, siyasetten. Çünkü hangi işe başvursa, karşısına siyaset çıkmıştı. “Bir torpil bul getir, bir milletvekili, bir üst düzey bürokrat mesela…” demişler, akıl vermişlerdi.
*
Sohbet o kadar koyulaşmıştı ki, ineceğim duraktan bir durak ileri gittiğimi son anda fark ettim. Vedalaştık, ayrıldık ve büroma davet ederek buluşmak üzere helalleştik.
Yolculuğun sonunda sohbetten kalanları topladım da çok şey kalmıştı bende.