Birileri şirretliğini, şırfıntılığını, şıllıklığını kullanarak sözüm ona ürün pazarlıyor, kimileri de yanmaz kefen adı altında maneviyat pazarlıyor.
Al birini vur ötekine, yok birbirlerinden farkı.
Yolsuzluk ülkemin her bir yanında var mı, var!
Yolsuzluğun dini, dili, ırkı ve partisi var mı, yok!
Yolsuzluğun miktarı, tutarı, karşıdakini ikna etme çabasına karşılık verilen rüşvetin belgesi var mı, yok!
Yolsuzluk, bireysel ahlaksızlık değil, çok nüfuslu kurumlardan toplama sirayet eden istismar kültürüdür özetle.
Allah için istismar denilince, üstümüze yok! Her çeşidi var bizde. En çok rağbet gören, para getiren, makam ve mevki sağlayan din istismarlığı ki, son senelerde ahlaksızlık ahtapot gibi toplumu sarıp sarmalayınca kadın da istismarın bir parçası, hatta çok yerde ana unsuru haline geldi.
Sermaye gözüyle bakanlar da var!
*
‘Plastik benlik’ kimlik edinir hale geldi günümüzde.
Polat ailesi suçlu gösteriliyor, tamam da azmettirenler kim, kimler?
Bugün, yani günün şartlarında meşhur olmak için yetenekli olmaya gerek yok. Eskiden basın-radyo şahsiyetlerini halk isim olarak tanırdı. Sonra televizyonlardaki sunuculara bilinir oldu. Şimdi ise bilişim dünyasında görgüsüz, gösteriş budalası, sosyal medya maymunları, ucuz fırsatçı ve istismarcı olarak karşımıza çıktılar. Şöhretin kapısını aralama fırsatı yaratıyor toplum.
Medyada şöhrete erişir olmak için ahlaksızlık dahil, her yol mübah gösterilince, şirazeyi kaybedenler şöhret budalası haline geldiler.
Baksanıza, mantar gibi çoğaldılar, gazetelerin haberlerini neredeyse bunlar işgal eder oldular. Çal, dolandır, sahtekarlık yap, sonra umre’ye, yetmedi Hac’ca git, lüks içinde yaşa, vergi de verme, oh ne âlâ memleket!
*
Peki, tek suçlu onlara mı, dedim ya suça azmettirenlerin hiç mi suçu, günahı yok! Teke başına rant yedirmezler bu ülkede adama.
Şunu da kabul ederim, bu ülkede Polat ailesi kadar görünür olmaya can atan milyonlar var. Çünkü görgüsüzlük sınır tanımıyor.
Polat ve diğer avaneler her gün televizyonlarda, haber kanallarında, magazin sayfalarında. Yedikleri, içtikleri, bilmem ne yaptıkları manşetlerde. Halk da şaşkınlıkla izliyor olanı biteni. Kadınları-erkekleri daha da meşhur ettiler.
Bizim ülkemizde, ki şahsım şehrinin de bu gerçekten farkı yok, piyasa tercihlerinin mantığına göre hareket eden gazetecilik, tüketicilere ürün satmayı marifet sanıyor. Doğruluk, hakikat, etik kimin umurunda. Müşteri memnuniyeti kafi. Fazla emek harcamadan tıklanacak sansasyonel ‘iş’ yapmak yeterlidir.
*
Biz bile…
Adamın biri depreme dair açıklama yapıyor, arkadaşlar da ‘Depremin tek suçlusu Allah’tır!’ başlığını atıyor. Sanki Allah müteahhitlik yaptı, sanki Allah Dulkadiroğlu’nda verilen 16-17 katlı apartmanlara, sitelere imza atan imar müdürü idi.
Çuvaldızı kendimize batırmak gibi bir niyetimiz, etik gazetecilik anlayışımız olmadığı için bu tür haberler, yazılar ticarete, finans getirisine yol açıyor.
*
Biri çıkıyor, başkasının yaptığı üzerinden siyaset, açıklama yaparak, ileride açılacak dosyaların üzerini kapatmak, sümenaltı edilmesini sağlamak için sipariş üzerine aday adayı oluyor, çıkıyor sosyal medyada neredeyse avukatlığa soyunarak karaları ak etmeye uğraşıyor.
Oysa asıl mesleği başka.
Oysa kar kalktığında itin boku ayaza çıkacak! Biz de bu hukuksuzluklara, yenen kul hakkına, arş-ı alaya yükselen bu yolsuzluklara, bu yozlaşmışlıklara çanak tutuyor, alkış çalıyoruz.
Biz de çok masum değiliz Türkçesi…
*
O hale geldik ki, şöhretten şeytanlaştırılmaya dönüştü her şeyimiz. Savunma, cevap verme hakkı kimin umurunda.
Ben söyledim oldu, ben yazdım oldu, ben haberleştirdim oldu bitti.
Bunun adına da ‘gazetecilik’ diyoruz!
Siz ne diyorsunuz?