Ekilemeyeceğini seneler önce, aşık Seyrani türküsünde dile getirmiş zaten. Nasihatler de verilirken taşa, yaşa ve bilmem nereye de oturulamayacağını vatandaş anlatır, kendi diliyle.
Eski şarkılar, türküler mesaj verirler. İçinde gizli şifre kelimeler, sözcükler bulunur. Anlayan anlar.
Uyarırlar insanı, toplumu. Gelenekçidirler. Dünü bugüne taşır, geçmişle bugün arasında köprü oluşturur, güçlü ayakları ile milli ve manevi değerlerimizi korurlar.
*
90 yaşında, saçı sakalı birbirine karışmış, beli bükülmüş, bastonu ile bile ayakta zor durabilen insana ‘maşallah, turp gibisin!’ dediğinizde adam size alaycı bakışlar fırlatır, belki de içinden küfreder. ‘Benimle dalga mı geçiyorsun ulan!’ diyerek.
Çirkin bir kadına, ‘dünyanın en güzel kadını sensin!’ desen, herkes sana güler. Tipsizlikten 6 ay içeri girebilecek adama ‘ne kadar karizmatik, ne kadar yakışıklısın’ iltifatına yeltensen, seni döverler.
Çünkü…
Çıkmaz sokakların haritasını çizemezsiniz! Lastik metre ile ölçü alırsan, üzerindeki elbise sırıtır, emanetçi gibi durur. Tıpkı milletvekillerimiz gibi.
*
Ne gariptir, ne ilginçtir, ne talihsizliktir ki, senelerdir hep taşa tohum ektik. Biter diye, yeşerir diye, meyve verir diye umutla bekledik durduk. Nafile imiş!
Heyhat!
Yerel siyasette, özellikle milletvekillerinde umduğumuzu bulamadık. Yanlış ve halkta karşılığı olmayan, halkın radarına dahi giremeyenler siyasetçi diye bize dayatılınca, umduğumuz dağlara kar yağdı, temmuz ayında üşüyen biz olduk.
Baksanıza ısrar ve inat ettikleri belediye başkan adayları bile kazanamadı. Bırak onların kazanamadığını, kim ve kimler kaybetti, ona bakın!
*
Oysa ne beklentilerimiz vardı yarınlara yönelik. Kimlerden ne ummuş, ne beklemiştik. As oyuncular bekledik, gelenler soyunma odasında beklemekten başka işe yaramadılar.
Gelenlerde beklenti de fazla olunca, yaşattıkları hayal kırıklıklarının faturasını biz çektik. Biz derken, sen, ben, onlar. Bir milyon iki yüz elli bin kişi…
Gene de gönderinin bir bildiği, bir aklı var diyerek içeri buyur ettik, çayını kahvesini ısmarladık, saygıda kusur göstermedik. Başımıza taç edilecekse, onu bile yaptık.
*
Daha önce de örnek verdim. Siz tutup Akdeniz bitki örtüsünü, (örneğin bir muz fidanını) getirip Bertiz’de yetiştiremezsiniz. Verdiğiniz emek ve zaman boşa gider. Çünkü iklim, yani adaptasyon sorunu doğar. Her yörenin, her iklimin, her bölgenin kendine özgü bitki örtüsü varken, inat ederseniz, taşa tohum ekmiş olacaksınız.
Şunu demek istiyorum, dışarıdan getirdiğiniz adam ne kadar yararlı olur size. Şehri bilmezse, köyü, yolu yordamı, geleneklerin farkında değilse, bu şehrin havasını solumamış, suyunu içmemiş ise, bu kadim şehrin rengini, dokusunu özümsememiş ise yaşatacağı şey hayal kırıklığından başka bir şey olmayacaktır.
*
Bu şehir bir deprem yaşadı. Sıkıntısı, sorunları çok.
Tüm sorunlar, tüm sıkıntılar, tüm beklentiler kronik hastalığa döndü. Doktora gidiyorsun, ‘Bırakın kendi haline, canı ne çekiyorsa yesin, yapsın, evine götürün rahat etsin!’ tavsiyesinde bulunacağından, ümidi kesiyor, sonra da miras bölüşüm derdine düşüyorsunuz!
Şahsım şehrini, yani memleketimi tohum ekilmek istenen taşa benzetirim. Benzetirim ve gülerim katıla katıla.
Son sözüm, Allah Fırat Görgel’in yardımcısı olsun.