Siyasetten anlayan biri olsam, ne kendisi, ne de ilmi siyasetten çaksam, inanın çok şey yazarım da, cahillik başa bela…
Bu meselede yetersiz olduğum için, fazla derinlere dalmam. Yüzme de bilmem zaten. Bilsem, okyanuslara kadar açılırım da, korkarım! Sudan, elektrikten, bıçaktan (silahtan)…
Lakin, dilim döndüğünce bu meseleye ilişkin bizim de söyleyecek sözlerimizin olduğuna inandığımdan, oturdum, bu yazıyı yazmak zorunda kaldım.
Heşeyin büyüğü olduğu gibi, siyasetçinin de büyüğü var, küçük çapta olanı da. Bu yazıda, aşağıda büyüklerle küçüklerini mücadelesini, açmazlarını, çıkmaz sokaktaki karşılaşmalarını, çarpık giden ilişkilerini okuyacaksınız.
Haydi bismillah!
*
İki küçük siyasetçi, etiketi, kariyeri ne ise artık, ona aklım yetmez!
Bir böyük siyasetçinin odasına giderler. Böyük siyasetçi telefonlarla konuşur, sekreteri ile halvet eder, pencereden dışarıyı seyreder uzun uzun.
Sonra bizim iki küçük (çok da küçük değil de, biz uydurduk, uysa da, uymasa da- idare edin işte) siyasetçiye döner, ”Pardon, siz ne için gelmiştiniz!” diye sorar. Sorar ama, odasına girenler tanıdığı kimseler. Aynı çatı altındalar zira. Karşılaşmamaları mümkün değil. “Şey!...” derler, yutkunurlar, arkasını getiremezler… (Aynı merhum Abdürrahim Karakroç’un şiirinde olduğu gibi…)
Böyük siyasetçi yine pencereden dışarı fırlatır gözlerini, kim bilir aklından ne geçiyordu bilinmez. İlgilenmez bile misafirleriyle..
Bizimkiler iki büklüm ve süklüm püklüm dışarı çıkarlar. Yani kibarca kapının önüne konulurlar. İşte kapı, işte… der gibi…
Ne için gittiklerini bile unuturlar. .
*
Böyük siyasetçi telefon açar tanıdık bürokrata. Üstelik de aynı topraklardan. “Gel, şöyle biraz gezeceğim, sen de yanımda bulun!”
Red etmek ne mümkün!
“Tamam, baş üstüne, tabi ki gelirim!” der ve gider bizim bürokrat. O bürokrat da bir şeyler beklentisi içinde. Bir yerde genel müdürlük falan. Hakkı da üstelik. Ama bekliyor senelerdir. Ne çıkıyorlar, ne iniyorlar. He, diyorlar, hı diyorlar, tamam diyorlar, ayıp ettin ha diyorlar, lakin arkası gelmiyor.
Gidiyor mecburen. Gidecek, çünkü emir büyük yerden! Geziyorlar, ziyaretler ediyorlar, sohbetler falan…
Aradan bir müddet geçiyor, bizim bürokrat arıyor böyük siyasetçiyi. “Beni ara, görüşelim!” mesajını da aldı ya, nereden bulduysa kimsenin bilmediği numarasından arıyor. Özelden…
Böyük siyasetçi sinir ve öfke küpü. “Bu telefonumu nereden buldun, beni bir daha arama!”
Bizim bürokrat şokta!
Mevcut telefon numarasını da siliyor menüden.
*
Kapıyı çalıp içeri girdiğinde, “Oooo, sen misin, hoş geldin koçum.” diye karşılaşınca, bizim gibi çenesi düşük, ama dobra, ama harbi, ama haksızlık karşısında susmayan dilsiz şeytanın (!) yüzünde güller açıyor. Bir ihtimal vermese de, umut fakirin ekmeği ya, yine de sevinçlere gark oluyor garibim.
Anlatıyor, böyleyken böyle, şöyleyken şöyle…
Vay canına, sen ne müthiş adamsın yahu!
“Ayıp ettin ha, işini halledecem…”
Beklenti büyük, umut güdük de olsa, “Eyvallah!” diyor, teşekkür ediyor…
Sonra…
Sonrası bağlar gazeli. Kendini günahın kucağında buluyor.
*
Şimdilik bu kadar. Tazıya kaç, tavşana tut siyasetinden nasip olur da, Allah canımıza bir zeval vermez ise, yine devam ederiz. Allah’tan aile fotoğrafında yerimiz yok da, kimseye diyet borcumuz da olmayınca, canımızın çektiği gibi yazıp çizebiliyoruz.
Ne mecburuz, ne mahkûm!
Biz zincirleri kıralı çok oldu çünkü!