Evet bilmek önemli değil; aslolan bildiğini yaşamak... Bildiğin kadarını yaşa yeter...
Amellerin en güzeli; az olsa da, devamlı olanı ve yaşama dönük olan uygulamadır...
Sahabe-i Kiram da öyle yapıyorlardı; önce bir ayeti öğreniyorlar, o ayetin emirlerini hayatlarında yaşamadan, başka bir ayet öğrenmiyorlardı...
Önce okuduklarımızı yaşamak, sonrasında öğrenmeye devam etmek, Müslümanlığın özünü oluşturur...
Bakınız son Peygamberimiz Muhammed (a.s) Mekke ve Medine’ye gönderildi...
Neden acaba...
Çünkü Arap yarımadasına çeşitli fikir akımları uğramamıştı... Yunan medeniyeti gibi, Roma medeniyeti gibi, İran medeniyeti gibi beyinler kirlenmemişti... Akıllar safiyetini koruyordu...
*
Diğer medeniyetler her türlü ideolojinin cirit attığı, insan odaklı fikir, felsefe ve ideolojilerle insanlık bocalıyor ve insanlık çıkış kapılarını aralıyamıyordu...
İşte İslamın ilk gönderildiği mekan ve medeniyet tüm safiyetiyle ve duruluğuyla
Vahye ev sahipliği yapıyordu... Şimdi birazcık kendimize dönelim;
Günümüz Müslümanları habire tartışıyorlar; sünneti sorguluyorlar, sahabeyi eleştiriyorlar... Mezhep alimlerine edepsizce saldırıyorlar... Bir iş yaptıklarını zannediyorlar...
Yok özgürlükmüş, yok hürriyetmiş, yok akılmış, yok bilgi ve akılmış...
Tüm batılı müşteşriklerin iddialarını İslam dünyasına enjekte etmeye çalışıyorlar...
Sanki Kuran’da bütün bilinen güzellikler yokmuş gibi, sanki peygamberimizin hayatında, sahabenin hayatında bütün bilinen; adalet, bilim, saygı, sevgi ve güzellikler yokmuş gibi; batı taklitçiliğinde yarışıyorlar ve de geçmişlerine yabancılaşarak düşman kesiliyorlar...
İmamı Birgivi’nin yazdığı Berika adlı kitapta geçen iki hadisi şerif dikkatimi çekmişti, aynen şöyle idi;
“Bir kişinin ilmi artıyor da, Zühdü, takvası ve edebi artmıyorsa; O kişinin sadece Allah’tan uzaklığı artar”
“Kimin edebi yoksa, ilmi de yoktur” buyuruluyor...
Evet bir kişinin edebi yoksa, takvası ve zühdü yoksa, bu kişi profesörde olsa nafiledir...
Alimlere saygısı olmayanların bereketi de olmaz...
Alimlere saygılı davranmayanların, sahabeye de, Resulullah’a da saygısı kalmaz...
Bu Ramazan hürmetine Allah’tan korkalım
Ve bu Ramazan, şu kısır tartışmalara bir son verelim... Bildiklerimizi yaşayalım yeter... Dillerimize sahip çıkalım... Sahabelere ve alimlere dil uzatmayı bırakalım... Sadece yaşayalım, az olsa da bildiğimizi yaşayalım yeter...
*
Komşumuza ikram edelim, bir yetimin kapısını çalalım, bir miskinin evine gidelim ve bir iftarımızı da onlarla yapalım...
Her şeyi bilmek, bildiğini zannetmek kadar tehlikeli bir durum yoktur... Keşke hiçbir şey bilmesek daha iyidir... Niçin biliyor musunuz?...
İki sebebi var;
Bildiğimiz oranda sorumluyuz...
Bildiğimizi zannettiğimiz yanlış bilgiler bizi öyle bir zehirliyor ki; doğruları dahi kabul edemiyoruz...
Bildiğini zannetmek neden tehlikeli?...
Bildiğini zanneden insana hiçbir doğruyu anlatamazsınız; iki işiniz var, onun İçin yapmanız gereken... Ve işiniz çok zor...
Önce beyin ve kalbine yerleşen yanlışları temizleyeceksin...
Sonrasında da, temizlenen beyne ve kalbe doğruları yerleştireceksin...
Halbuki kirlenmemiş saf ve temiz bir kalbe
Sahip olan; okumamış, bilmemiş bir kişiye çok çabuk kabul ettirirsiniz... Üstelik doğruyu ilk defa duyan bu temiz kalpli insanlar hemen tatbik ederler öğrendiklerini...
*
Yusuf İslam’ın (Cat Stewens), İslam diyarıyla tanışmadan Müslüman olması, doğrudan Kuranı Kerimle, sünnetle, sahabeyle tanıştığı için, okuyarak İslamiyeti seçtiği için, saf İslamı anlaması ve yaşaması bunun canlı bir örneğidir...
Sahi şu televizyonlarda İslam dinini tartışan sahte İslam bilginlerinin yaşantısına bakarak, karakter ve şahsiyetinden etkilenerek kaç insan İslam dinini seçer ki...
Kızdığı zaman köpüren, bağıra bağıra, ağızlarından sarkan salyalarla, sahabelerle dalga geçen, dünyayı ben yarattım dercesine kibir abidesi kesilen, kalem ve yazar müsveddelerinin bizim saf İslam dinimizi oyuncak haline getirmesine asla müsaade edilmemelidir...
*
Kapitalizmle tanıştıktan sonra safiyetimiz kayboldu... Hayatımız karardı... Kalplerimiz karardı... Komşumuzu ve akrabalarımızı bile unuttuk... Evimizde yaşayan çocuklarımızı bile unuttuk... Planlarımızın hepsi dünyalığa dair... Arabalarımız ve evlerimizi bile 60 ay kredilerle aldık, öde öde bitmiyor... Bahçelerimiz ve tarlalarımız bomboş, kelaynak kuşu gibi... Ekmiyoruz, üretmiyoruz, biçmiyoruz... Bir kuru soğana bile muhtaç olacağımız günler kapımıza dayandı... Hazıra dağ dayanmaz dostlar...
Bu tembelliğimizle de kalmıyoruz; her konuyu biliyor ve saatlerce fikir tartışmaları yapıyoruz... Mangalda kül bırakmıyoruz... En yakınımızdaki Dostlarımızın bile kalbini kırıyoruz dost Meclis’lerinde...
Bu Ramazan arınma olsun, bizim için... Bu Ramazan tefekkür olsun, bizim için... Bu Ramazan sevgiyle dolalım, paylaşalım her şeyimizi... Bu Ramazan özümüze dönelim, önce kendimize bir ayar verelim... Hayırlı Ramazanlar... Dua ve sevgiyle kalın...