“Kurtuluş savaşının ilk galibi, kurtuluş savaşının ilk müjdecisi kıymetlisi, yarın bir seçime gireceksiniz. Önüne sandık konacak.
Bu sandık kurtuluşun sandığı olacak, yeniden İbrahim Öztürk’leri yaşama günü olacak, birilerinin dediği gibi, ülkenin ve ilinizin bekası olacak bu fırsatı kaçıran iller daha büyük bekalara gebe kalacaktır.
Buradan söylüyorum, 1 Nisan’dan sonra yerel yönetimler yasası daha çok konuşulacak, sizlerin beyinlerinde algı oluşturulacak, konuşmalar bir takım cenahlardan yapılacak.
Bu secimde güçlü çıkmanın yolu bu zihniyeti yıkmak, yepyeni bir umut yepyeni bir güzel düşünceye dönüştürme gerek.
Secimler partiler eliyle yapılıyor. Demokrasimizin gereği için, bağımsız adaylarla da yapılıyor.
31 Mart önemli bekan için önemli, değişim için önemli, gelişim için önemli, zira önümüzde bir secim, bir sandık var.
31 Mart'ta parti ayrımı yapmadan tüm toplum olarak bir karar verme zamanı…”
*
Yukarıdaki satırlar benim sıkı takipçim, zaman zaman beni sert cümlelerle eleştirip, canı istediği zaman da birkaç kelime ile övgüler yağdıran sevgili Yusuf Yurttaer’e ait. Açıkça da belli etmiş zaten yazısının altında, son kararının Ali Öztunç olduğunu yazmış.
Lakin bu aralar sevgili Birruh Kısakürek’i göremez oldum. Mahalleye katılan son deli diyecektim, şu sıralar inzivaya çekildi herhalde ki, paylaşımları, yorumları yok ortada. Cesur yazıyor, bilgi de veriyor, bazen belge de koyuyor ortaya, okuyanları da keyiflendiriyordu.
Kabuğuna çekilmiş, ya da tırsmış bir hali var diyeceğim de, öyle her söze verecek cevabı olan sevgili Birruh’un kolay kolay kimseye pabuç bırakacağını zannetmiyorum.
Neyse… Özledik diyeyim de maraza çıkmasın!
*
Başta da söyledim, sevgili Yusuf Yurttaer ile henüz tanışmadık. Ama sosyal medyada çok iyi dostuz. Çok iyi yakın takipçilerimden. Kendince yorumlar gönderir, eleştirir. Eyvallah…
Eleştirsinler, yön versinler topluma. Yeri geldiğinde kral çıplak diyebilsinler. Hepsine varım.
Eleştirmek eleştirilenleri yanlıştan çevirir, mantıklı düşünmeye sevk eder, doğru işler yapmaya yöneltir.
Tabi eleştiriye tahammülü olanlar için bu söylediklerim. Çünkü bizdeki yerel yöneticiler çok eleştirilmekten hazzetmezler, hoşlanmazlar.
Översen de arayıp teşekkür de etmezler, o da ayrı bir konu.
Nezaket onların semtine uğramamış demek. Aynı şey siyasiler için de geçerli. Eleştirirsin, iğnenin ucunu azıcık batırırsın, ayağa kalkarlar, feveran ederler, ‘nasıl yazarsın, kaldır o yazıyı?’ diye talimat (!) yağdırırlar, ama birkaç cümle ile aslansın, kaplansın dersen, nezaketen arayıp da teşekkür etme tenezzülünde, zahmetinde bile bulunmazlar. Kültür meselesi netice itibariyle…
*
Neyse… Konumuz başkaydı, nerelere geldik. Sevgili Yurttaer, eleştirilerine devam… Seni seviyoruz.