Hayat pahalılığından dışarıda yemek yemek, hele hele bu yemeğe aileniz dışında arkadaşlarınızı, aileden birilerini davet etmek cesaret ister, maddi imkân ister. İnsan dışarıya çıkıp çay içmeye korkuyor. Çay neyse de bir lokantada sipariş ettiğimiz yemeği, tabaktakini bitiremiyoruz çoğu zaman. Artıklar da çöpe gidiyor. Zaman zaman içimizden şu geçiyor, bu artan yemeklerle aç kalan binlerce çocuk, insan var, Somali’de, Gazze’de…
Ayıp değil, tabağınızda kalanı alıp evinize getirin, ertesi güne kahvaltıya, ya da akşama kendiniz yiyin, yoksa kedinize, köpeğinize yedirin.
Zaten bizi bitirse bitirse israf bitirecek. Aşağıdaki yazı alıntı, belki yararı olur diye sizlerle paylaşma gereği duydum.
*
Geçenlerde yakın bir arkadaşımla buluştuk, sohbet ettik, kahve içtik, mekân lokumlarıyla meşhur. Sade Türk kahvelerimizin yanına ikişer lokum söyledik. Birer tane kahvelerimizi içerken yedik, birer tane de tabakta kaldı.
Hesabı ödedik, arkadaşıma “Lokumunu istiyor musun?” diye sordum. “Yok daha neler” dedi, bana inanamaz gözlerle bakarken. “Tamam sen bilirsin” dedim, temiz bir peçeteyi açıp kalan lokumları sardım ve çantama koydum. “Esra Ceyhan hayırdır.” dedi.
“Olması gerekeni yapıyorum” cevabını verdim.
*
Çoook uzun zamandır böyleyim. Ailemden, yiyebileceğim kadar yemeği tabağıma almayı, dolayısıyla ardımda çöpe atılacak besin bırakmamayı öğrendim. Evde de, dışarıda da yemek yerken bu prensibim değişmez. Ama ne yalan söyleyeyim Amerika seyahatime kadar bu denli bilinçli değildim…
Los Angeles’de gittiğimiz, herkesin müthiş şık geldiği, rezervasyonsuz müşteri kabul edilmeyen, son derece iddialı restoranda gördüklerim beni şaşırtmıştı. Vakit ilerleyince, yemeğini bitiren hemen herkesin, elinde, restoranın adını taşıyan şık torbalarla çıktığını gördüm.
Aynı anda yan masanın garsonla konuşmasını duyunca, durumu anladım. Az ya da çok fark etmez, tabakta ne kalırsa kalsın paketlenmesini istiyorlardı. Sonra bizim garsonla bu konuda sohbet ettik. İnsanlar evde besledikleri evcil hayvanları için ya da ertesi gün yemek için tabaklarında kalanları paket yaptırıyorlarmış. Kimse kimseyi kınamıyor, cık cıklamıyor, gözlerini devirip bakmıyor.
*
Gittiğim yerlerde insanlar kalktıktan sonra masalara göz atıyorum, ne çok yenmeyen besin var, yazık. Çalışanlara artan yemekleri ne yaptıklarını soruyorum, bazıları hayvanlara veriyoruz diyor, bazıları da çöpe atıldığını söylüyor. Oysa alamayan var, bulamayan var. Ben söz konusu Allah’ın nimetiyse ne utanırım, ne de çekinirim. Yiyeceğim kadar söylerim, oldu da yiyemezsem kesinlikle pakettiririm.
Kızım da öyle… Nerede olduğumuz fark etmez. Geçen hafta bir kebaçıya davetliydik, bizim için yapılmış pideyi yiyemedik, paketlettik, ertesi sabah ısıtıp kahvaltıda tükettik. Etraf cimri mi der, ayıp mı der, kendi bilir. Nimete saygım sonsuz, hayat çok pahalı.
Asıl utanılacak olan atmak, saçmak ve savurmaktır.