2016-06-28 16:18:40

Avrupa’yı gördüm, gezdim ve yazdım…

Gencay FİSKECİ

28 Haziran 2016, 16:18

 Geçen hafta Pazar günü 19 Haziran tarihinde eşimle birlikte daha önceden internetten satın aldığımız Balkanlar Turuna gittik. Öncelikle turun vizesiz oluşu ve eşimin dedesinin Üsküp doğumlu bir göçmen olması bu turu tercih etmemizin ilk nedenleriydi. Diğer bir nedeni de birçok yurt dışı turunun yurt içindeki otellerden daha uygun fiyatlı olmasıydı. Eğer bu turlara gitmeyi düşünüp de cesaret edemiyorsanız hiç korkmadan denemenizi tavsiye ederim. Üstelik hiç İngilizce bilmeyen insanların bile bir şekilde iletişim kurup sorun yaşamaycağını belirtmek istiyorum. Gelelim turumuzla ilgili aklımda kalanlara…

İlk dikkatimi çeken Avrupa’da dolaştığımız 5 ülke ve onlarca şehirde sadece yeşil ve mavi renklerini görmemizdi. Başımızı nereye çevirsek tamamen yeşilliklerle kaplı dağlar ile göller, nehirler ve barajlar gördük. Karadeniz bölgesini görmüş kadar hissetsek de ülkenin tamamının bu şekilde olması çok güzel ve ülkemiz adına da o kadar düşündürücüydü. Maalesef her geçen sene ormanlarımızı kaybediyor ve gitgide çölleşen bir ülkeye merhaba diyoruz. Diğer gördüğümüz ve yaşadığımız şeyleri ülke ülke ve şehir şehir olarak anlatmaya çalışayım hatırımla kalanlarla.

İlk durağımız eşimin de dedesinin doğum yeri ve asıl memleketi olan Makedonya’nın başkenti Üsküp’tü. Rehberimizle birlikte bu güzel şehri gezerken hem tarihi Osmanlı yapıları hem de her tarafı protestocular tarafından boyanmış devlet binalarını fark ettik. Rehberimiz protestocuların devlet binalarını neden boyadıklarını anlatınca daha da şaşırdık. Makedonya hükümeti ülke tarihini gösteren hiç heykel veya anıt olmadığı için 2010 yılında “2014” isimli bir projeye başlamışlar ve ülkenin bütçesinin çok üzerinde para harcayarak Makedon tarihiyle ilgili kişilerin ve olayların heykellerini yaptırmışlar birçok yere.

*

Vatandaşlarda pek zengin olmayan bu ülkenin bu kadar para harcamasına tepki göstererek heykelleri ve başbakanlık, bakanlık gibi birçok devlet binasını boyayarak tepki göstermişler. Halen de protestolar devam ediyormuş. Ama bu protestolarda ne TOMA var ne de biber gazı. Çünkü protesto herkesin anayasal hakkı. Bu arada türküye de konu olan Vardar Ovası ve Vardar Nehri de Üsküp’te bulunuyor. Hatta Vardar Nehri üzerinde Osmanlı döneminde inşa edilen köprü de günümüzde en çok kullanılan köprüleri ve eski Üsküp ile yeni Üsküp’ü birbirine bağlıyor. Bu köprünün dışında yine Osmanlı döneminde yapılan birçok cami, saat kulesi, Türk çarşısı ve hanı da ziyaret ettik.

Üsküp’ten sonraki durağımız yine Makedonya’nın bir şehri olan Kalkandelen veya şimdiki adıyla Tetova oldu. Burada Osmanlı döneminde iki kız kardeşin yaptırdığı ve dışını kendilerin boyadığı Alaca Camiyi gördük ilk önce. Adından da anlaşıldığı gibi cami rengarenk boyanmış ve bayanların elinden çıktığı belli olan motiflerle bezenmişti. Caminin ardından Kanuni Sultan Süleyman’ın veziri Sersem Ali Paşa tarafından kurulan Bektaşi Harabati Tekkesine uğradık. Burada o zaman tekkede kalanlar için her şey düşünülmüş ve hepsi için ayrı binalar inşa edilmişti. Tekkenin görevlisi ise tekkeyi Sırplarla savaşarak nasıl geri aldıklarını anlattı bize o güzel Rumeli Türkçesiyle. Ardından bir diğer şehir olan Resne’ye vardık ve burada bilmediğimiz çok değişik bir hikayeyi öğrendik. İttihat ve Terakki’nin ünlü ismi ve Atatürk’ün okul arkadaşı Resneli Niyazi’nin, doğum yeri olan Resne’ye Fransa’da gezip beğendiği Versay Sarayının aynısını yaptırdığını gördük. Ama asıl ilginç olan şey bu değildi. “Ne şehittir ne gazi, pisi pisine gitti Niyazi” deyimi meğer Resneli Niyazi’den dolayı ortaya çıkmış. 10 yıllık korumasının kendisini vurup öldürmesinden dolayı böyle bir deyim oluşuvermiş. Resne’den sonra Manastır şehrine geliyoruz ve Atatürk’ün okuduğu Manastır Askeri İdadisini ve okuldaki Atatürk müzesini ziyaret ediyoruz.

*

Burada Atatürk’ün kullandığı tüm eşyalar ve kıyafetler bizi çok etkiliyor. Ayrıca ona ait okul karnesini, nüfus cüzdanını ve Atatürk’ü sadece bir kez görüp aşık olarak ona aşk mektubu yazan Eleni isimli bayanın mektunu gördük. Ardından Ohrid şehrine uğradık ve burada hem Osmanlı hem de Roma döneminden kalma birçok eseri görme fırsatımız oldu. Birçok milletin kullandığı Kiril alfabesini bulan kardeşler de bu şehirde doğmuş ve yaşamışlar. Şu ana kadar gördüğüm en berrak göl olan Ohrid Gölünde tekne turu gezerken göl kenarında bulunan Yugoslavya döneminde Tito’nun şu anda da Makedonya cumhurbaşkanının kullandığı  ormanlık alandaki evi de çok yakından görebildik.

Ohrid Gölü, Adriyatik Denizi ile bağlantılı olduğu için bazı balık türleri buraya gelip yumurtalarını bıraktıktan sonra tekrar Adriyatik Denizi’ne dönüyorlarmış. Bu nedenle büyük bir hassasiyet göstererek göl çok temiz tutuluyor.

*

Daha sonra da oldukça dağlık bir yolun ardından Ohrid Gölünün kaynağına geldik ve burada da sandal turuyla gölün suyunun çıkış noktasını görebildik. Ayrıca gölün kaynağının yanında muhteşem göl manzaralı bir manastır ve manastır içinde de çok sayıda tavuş kuşuna rastladık. Ohrid ile beraber Makedonya’dan ayrılıp inadı ile meşhur Arnavutluk’a geçtik. Arnavutluk’un başkenti olan Tiran şehrinde komünizm döneminden dolayı şehirde tek kalan Ethem Bey Camini ziyaret ettik. Bu arada rehberimizden Arnavut inadı ile ilgili gerçek hikayeler öğrendik. Onlardan birisi şuydu: %70’i müslüman olan ülkede uzun yıllar önce kiliseye uzak bir tepede yaşayan köylüler akşam ayinine geç kaldıkları için katılamamışlar ve bunun üzerine papazdan ayini kendileri için yenilemesini istemişler ama papaz kabul etmemiş. 1,3,5 kez derken ne kadar dil dökseler de papaz geri adım atmamış. Köylüler de sen misin ayini tekrarlamayan deyip hep birlikte camiye giderek müslüman olmuşlar. Yani din değiştirecek kadar inat var bu Arnavutlarda. Bir başka hikaye de 2. Dünya Savaşı döneminden.

*

Hitler Arnavutlara haber gönderip, “hepinizi kazanlarda yakarak sizden sabun yapacağım” demiş. Ama Arnavut inadı yine üstün gelmiş ve onlar da Hitler’e “sen bizden sabun yapabilirsin ama biz köpürmeyeceğiz” diye cevap yazmışlar. İşte Arnavut inadı bu derece uç noktada. Ha bir de fıkra var Arnavut inadı ile ilgili. Berbere giden bir Arnavut sakal tıraşı olmak istemiş ve berberin tıraş köpüğü kullanmasını istemeyip “ben Arnavutum bana bir şey olmaz” demiş. Berber tıraşa başlamış ve Arnavutun iyiden iyiye canı yanmış köpüksüz tıraş olunca. Yüzünün bir tarafı bitip berber diğer tarafa geçmek üzereyken Arnavut hemen atılarak “Benim annem Arnavut ama babam da Boşnak, o yüzden diğer tarafta köpük kullan” demiş. Arnavutluk gezimiz Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda son kaybettiği yer olan İşkodra şehrini de gezdikten sonra sonra erdi ve Karadağ’a geçiş yaptık.

Devamı birkaç gün sonra…

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.