Kapımızın altından mektuplar atan postacıları çok severdik, ya da gülümseyen yüzüyle kapıyı açtığımızda ‘mektubunuz var!’ demesini… Hele bir sevgiliden, yar’dan geliyorsa, onun da gözlerinin içi gülerdi. Bazen de hınzırca gülümseyerek.
Şarkılarına, türkülerine bayılırdım. Merhum Kemal Sunal’ın “Postacı” filmini bile bıkmadan usanmadan seyrettiğim zamanlarım hep oldu, olacak gibi…
O yüzden eski postacıları merak ederim en çok. Şimdi ne yapıyorlar, nasıl yaşıyorlar.
O postacılar ki, eskiden mektup getirirlerdi. Evde yoksak, mahallenin bakkalına teslim edilir, oradan alırdık.
Mahallenin bakkalı en güvenilir adresti çünkü.
Çocuklara körebe oynarken, mahalle oyunlarından ‘bak postacı geliyor, selam veriyor!’ şarkılarını mırıldanırken, gözlerimiz postacıyı arardı sokak başlarında.
Kimden mektup getirecekti, onu merak ederdik.
*
Oysa şimdiki postacılar, sevgiliden, askerden, cezaevinden mektup getirmek yerine, mahkeme davetiyelerini ve icra evraklarını dağıtıyorlar.
Ve insanların yaşamını dağıtarak, alt üst ederek.
Ama onlar da görevlerini yapıyorlar nihayetinde.
Merak ederim, milli piyango bileti ikramiyesi gibi, ikramiye çıkıp da alamayan, unutan talihliler gibi, postacılarında kendilerine sakladıkları mektuplar kalmış mıdır?
Hala açılmayan ve adresine ulaşmayı bekleyen mektupları duruyor mu bir yerlerde. Varsa onları ne yaptılar, çöpe mi attılar, yaktılar mı, bilinmez!
Yerine ulaştıramadıkları mektuplarla kaç insanın kaderini değiştirdiklerini düşünüyorlar mıdır acaba?
Her meslek kendi güzelliğini ve hüznünü içinde saklarken, bizler de postacılardan farklı değiliz.
*
Şimdi eski sevgililer de kalmadı, eski aşklar da.
Ne zaman ki cep telefonu çıktı, ne zaman ki sosyal medya denen illet başımıza musallat oldu, ne zaman ki mertlik yerlerde sürünür oldu, postacıyı bıraktık bir tarafa, sevgiyi-saygıyı unuttuk!
Postacı bizi affetsin! Onların bizde hakkı çok!