Ne o, hemen ağzınız sulandı, acıktınız galiba.
Bilenler bilir, bir güreş cazgırımız (Aşık İmami) vardı, yaklaşık 3 sene önce hayatını kaybetti. Güreş severler iyi hatırlar, O'nun bir 'kabak' hikâyesi vardı, şimdi anlatsam çiğ kaçar da, fikrimi soracak olursanız nefret ederim.
Ne dolmasını yerim, ne mücverini tadarım, ne de musakkasına kaşık daldırırım...
Beni bilenler bilir zaten de, yine de fikrimi söylememde sakınca yok, hıyarı, hıyarları olduğu kadar kabağı, kabakları da sevmem! Alışmamışım bir kere. Acımdan ölsem gene yemem!
Ha, yiyenlere de söyleyecek cevabım şu olur, afiyet olsun!
*
Bu kabak muhabbeti, hikâyesi nereden çıktı diye soracaksınız, biliyorum. Siz de az değilsiniz yani, fırsat kolluyorsunuz!
Kabak belki hikâyesinde olduğu gibi faydalı bir sebze olabilir. Peki adının ve soyadının başında, kıçında kabak olanları da sever misiniz, diye bir soru tevdi etsem, şöyle bir arkanıza yaslanıp düşünürsünüz.
Evet mi desem, hayır mı söylesem! Acaba ne cevap versem de karşımdakini rahatlatsam, tatmin etsem!
Güreşten anlamayan, hayatında apoletine yıldız takmayan sözde güreşçiler var, başarılı olmuşlara, yıldız takanlara, istiklal marşını söylettirenlere, bayrağımızı göndere çektirenlere gıcık olur, tabi kıskançlıktan, hasedinden çatır çatır çatlayacağı, hatta çatladığı için de, gerçek güreşçiler ve şampiyonların arasına duvar ören taş kafalılar, kabak adamlar, aslında kendi gölgesinden korkan adamlardır.
*
Neyse...
Konuyu dağıttık, nereden nereye geldik.
Beni bırakın da bir tarafa, gerçekten size sorsam, 'kabağı sever misiniz?' desem, cevabınız ne olur, vallahi de billahi de merak ediyorum.
Gerçi bir adamın başına ne gelirse ya meraktan, ya kabaktan gelirmiş ya, neyse...