Size bir hikâye anlatacağım. Hikâye değil aslında, yaşanmış, canlı canlı, aynı ile vaki… Daha taze, dumanı üstünde.
Geçen hafta, bir başkan AK Parti genel merkezi kapısından içeri girerken, bir ulusal televizyon kanalında çalışan, etkili ve yetkili bir isim (ki kendisi Maraşlı olurlar) içeri girmek üzere olan Başkan’a yaklaşır, “merhaba, ben falan kanaldan, falan kişi…” der ama, lafının arkasını getiremez, çünkü sözünü ettiğimiz başkan adamı dinlemeden, neci olduğunu, niyetinin ne olduğunu anlamadan-dinlemeden içeri dalıverir.
Her zamanki halinden bir kesit daha sunar yani.
Kayıtsız, ilgisiz tavırları ile… Alışkanlık olsa gerek!
*
Oysa ismi bizde saklı olan ulusal televizyon kanalı yöneticisi, haber-program yapımcısı şehrinden gelen konuğu haber yapacak, tanıtacak, şehrimize bir paye çıkartacaktı! Üstelik parasız, beleşine… Fırsat bu fırsat ya, başkan o fırsatı teper, adamın suratına bile bakmaz.
Herhalde işi vardı, ondan olsa gerek!
İsmi bizde kalsın dediğimiz televizyon yöneticisi serzenişte bulunur.
Ankara’da yaşanan bu ilginç olay tabi hemşehrimizi üzer. Dediğine bakılırsa, müthiş bir tanıtım projesi çekecekti. Maraşlı olmanın bedelini, borcunu ödeyecekti şehrine.
Tam fırsatı, tam zamanı idi oysa.
Ses getirecek, çok konuşulacak bir proje idi bu.
Ama başkan bu alışkanlıklarından kurtulamamış olacak ki, adamı dinlemez, “necisin, kimsin, ne istiyorsun!” demeden kapıdan içeri atar kendini.
Hemşeri kıyağı havada kalır böylece.
*
Şimdi bu yazıyı okuyunca haklı olarak soracaksınız, “Kim bu sorumsuz, kayıtsız, ilgisiz başkan!?”
Başkan dediysek memleket başkandan geçilmiyor ki. Sağına bak, soluna bak, önüne, arkana… Çapsız, ruhsuz, heyecansız, karekökü sıfır, ama isminin başında başkan yazılı.
Ortamın ne olduğu önemli değil, telefon çalar, dikkat edin kim konuşsa; “Buyursunlar sayın başkanım!” diye çıkıyor karşısına. Neyin ve kimin başkanı, belli değil.
Başkandan geçilmiyor ki ortalık.
İki kıçıkırık üyesi olanın adı da başkan, partisinin, derneğinin, sendikasının avuç kadar üyesi olan da başkan diye anılıyor bu şehirde, Türkiye’nin dört bir yanında.
Sallasan başkana değiyor açıkçası.
*
Hele bizde birisi var, kardeşi, eşi veya sıradan biri ile görüşse telefonda, dolmuşta, halk otobüsünde, yolda, kaldırımda, fark etmiyor, üstelik de yüksek sesle, bağıra bağıra, çok önemli biri havası, pozu vermek için, “Buyur sayın başkanım, emredin! Teşekkür ederim sayın başkanım, varlığınız yeter, bir emriniz var mı efendim? Olursa beklerim!” ayaklarına yattığını yedi düvel biliyor bu şehirde.
Kim mi bu şahıs?
Onu da siz bulun canım!
*
Size ipucu verdiğimi sanıyorum, o başkanın kim olduğunu bulana ödül var!
Ödül ne mi?
Bir ziyafet, mükellef sofra…
Dahası ne!