Hangi renk yalanları seversiniz?
Hoppalaaa! Bu da soru mu şimdi? Yalanın rengi mi olurmuş, yalan yalan işte. Zaten bir yalanı renklere ayırmadığımız kalmıştı, onu da hallettik hamdolsun, çok şükür, maşallah, inşallah, selamete erdik!
Yalan sevilir mi? Satıcısı, söyleyeni çok da alıcısı, dinleyeni çıkıyor mu, hayranlık duyan oluyor mu?
Yalan söylemenin zamanı, rengi, ırkı, yeri, milliyeti, partisi ve takımı yok! Zamanın varsa, dinleyenler ve ortam da müsait ise hazmetmeye hazır ve layık kimseler de duruyorsa yanınızda, insanları inandırma konusunda mastır da yaptıysanız, sallayın gitsin!
Para pul isteyen mi var sanki? Gümrük de yok, vergi de… (Mehmet Şimşek duymasın!)
Sonra yalandan kim ölmüş, varsa gösterin! Yalan söyleyeni Ahırdağı’na da kaldırmıyorlar sevgili Mustafa Şirin dostumun dediği gibi, yukarıda söyle, aşağı inince sen de inan!
Meslek mi, bilemem. Ha, insanları kandırmayı, yalan söylemeyi çok seviyorsan, siyasete atılacaksın, bu kadar da basit!
*
Neyse… Cıvıtmadan, yazıyı sulandırmadan devam edelim de maraza çıkmasın!
Allı yeşilli basmalar da var, rengarenk. Çeşit çeşit. Hadi yazıyı çok uzatmama adına diğer renk yalanları sıralamayacağım burada, fakat şu pembe yalanlar var ya, günümüzde çok revaçta! Televizyondaki pembe diziler gibi.
Erkeklerin kadınlara, kadınların da erkeklere söyledikleri o pembe yalanlar var ya, yalan olduğunu bilsek de gönlü hoş etmek için inanmış pozları, gülümsemeleri. Erkek mesela söyler; ‘Sensiz yaşayamam, bugüne kadar gördüğüm en güzel kadın sensin!’
Yalanın batsın e mi?
*
Biliyor musunuz, bir de kuyruklusu var bunun! Sunturlusu, usturuplusu… Bir yalanın üzerini kapatmak için söylenen başka yalan. Hani ekonomik açıdan zorda olan adam borcu borçla kapatır ya, bu da onun gibi, yalanı yalanla sündürmek, sürdürmek, ya da kapatmak!
Çeşit çok. Söyleyeni yalan makinesine al, makine isyan eder, paramparça olur, dağılır. ‘Yeter lan!’ der.
Sorsan, yalandan nefret etmeyen yok! ‘Benden sır çıkmaz!’ der, iki adım gider seni oniki yerden satar, tellak çağırmadığı kalır bir. ‘Hayatımda hiç yalan söylemedim, söyleyeni de sevmem!’
Ya bir git işine be!
*
Uzattık, tamam. Geldik zurnanın zırt dediği yere, siyasetçiler yalan söyler mi?
Gittin, ‘Yahu sayın başkanım, sayın vekilim, şu benim oğlanın bir tayin, atama işi var, halletsen!’
El cevap, ‘Oooo, dert etme, o iş bende. Tam da uzmanlık alanıma girer! Oldu, bitti bil’
Arkası… Arkası bağlar gazeli.
Peki yalansız yaşamak çok mu kolay, ya da çok mu zor?
*
Siz, siyasilerin her dediklerine inanır mısınız? Yalanı meslek, alışkanlık haline getirmiş insanlardan ne diye talepte bulunursunuz? Seni kandırıyor, gözünün içine baka baka, bile bile yalana söylüyor, sen de aptal aptal bakıyorsun, kanıyorsun o şirin sözlere.
Peki vaatler… Seçim öncesi vatandaşa söylenen ütopyadan farkı olmayan hayal ürünü projeler, planlar, bir sürü vaatler…
Yemişim hepsini. Geçeceksin topunu.
Yazıyı uzatırsam siyasilere, bilumum başkanlara benzeyeceğim, günahım bana yeter, kısa kesiyorum, Aydın havası (aba’sı) olsun!
*
‘Hanım, akşama ne var, acıktım valla!’
Mutfaktan ses gelir, ‘Önce tarhana çorbası. Kabak dolması, eli böğründe, kuzu kızartması, lahmacun, işli köfte, mumbar, üstüne de irmik tatlısı…’
Yemem, sağol karnım doydu. Ya Rabbi şükür!
*
Daha dumanı üstüne, taze… Elbistan ziyareti sırasında, bir ortamda (muhtarlar toplantısında) halkın il taleplerini ifadesi esnasında AK Parti milletvekili Ö. O. Bilal Debgici’nin, o vahim, o yakışıksız, o yersiz ifadesi, o talihsiz açıklaması, alnının çatından ve kitabın ortasından konuşmayı alışkanlık edinen tavrı ile ilçenin gerekli ve ihtiyacı olan kültürden yoksun olduğunu söylemesi, tepkileri de beraberinde getirirken, çıkıp açıklaması daha vahimdi. Milletvekili meslektaşlarını, basını suçladı, iftira dedi, ben böyle bir cümle kullanmadım dedi, sözlerim çarpıtıldı dedi.
Dedi oğlu dedi işte.
Dedi ama duyarlı ve iradesi çelikten, suyu sert, bir büyük beyliğe (Dulkadiroğlu) başkentlik yapmış tarihi dokusuyla bilinen Elbistan halkının tepkisinden kurtulamadı, şimşekleri üzerine çekti.
*
Bir dış güçlerin oyunu, tezgâhı demediği kalmamışken, kendin daha da gülünç hale soktu. Partiye verdiği zararın faturası bakalım kime kesilecek!
İyi valla, sen ağzına geleni konuş, halkı yerin dibine sok, milletin sinir uçarı ile oyna, damarına bas, sonra da basını ve diğer mahallenin oyuncularını günah keçisi ilan et. Bereket versin ‘Avrupa beni kıskanıyor!’ demedi. Onu da deseydi, mazallah!!!
Onu bunu boş verin de, Mevlüt Kurt’un kayıtsızlığı, iki kelime etmemesi tuhafıma gitmedi desem yalan olur! Zaman çabuk geçiyor, ben yalan olmam da, kendileri şunun şurasında ne kaldı ki, bir müddet sonra yalan olup, tarihe karışacaklar!
*
Cenaze sonrası taziye evlerinde (özellikle 3. günde) mevlüt okutulur. Din adamı değilim, hoca değilim, alim-ulema hiç değilim, lakin dini bütün, gerçek din adamlarından, kimselerden dinledim sizin gibi, mevlüt okutmak ne farz, ne sünnet!
Öyle işte!
*
Son sözüm; unutmayın; siyasetin sermayesi olsa da, kim için ve nerede söylenirse söylensin, gerçeğin günün birinde mutlaka ortaya çıkmak gibi bir kötü huyu vardır!