Yok cehennemini dibi.
Bırakın kim ne dediyse dedi. Duyduğunuz duyduk, yediğiniz yedik yerde kalsın, laf getirip götürmeyin! Ne yediğiniz bizi ilgilendirmez.
Ama dedikleriniz, şayet bu kenti içine almıyorsa, içinde bir gram Kahramanmaraş yoksa, bırak iki kelime etmeyi, istersen Bağdat Müftüsü gibi fetva çıkart, ırgalamaz şekerim.
*
İktidara sığınıp, onun kalkanı ile gazetecilik yapmak kolay ve hiç de şaşırtıcı gelmiyor günümüzde. Ama ya yarın bu iktidar da giderse, o arkasında dolandığınız siyasi parti temsilcisi meclisten kopup sıradan vatandaş kimliği ile Trabzon Bulvarında gezinse, acaba kaç kişi selam verecek!
Kimse kendini Ali Sezal yerine koymasın!
Harbi, delikanlı adamdı ve siyasetin ve başkanlığı döneminde de yerel yönetimin abisi oldu. Şimdi bağı-bahçesi ile uğraşıyor, haftada bir şehre inip, canı isterse siyaset yapıyor.
Ama bilenen o ki, kendini inzivaya çekti sayın Sezal.
Maraş abisiz kaldı. Bea’sız kalmadı belki ama, toplumu dizayn edecek, uzlaşmacı ve barışçıl yanını ortaya koyarak, siyasette, bürokraside ve yerel yönetimde ağabeylik yapacak biri gerek bize.
Zaten biz ne çekiyorsak, bu abisizlikten çekiyoruz.
Biz, lider yetiştiremiyoruz, yetiştirdiklerimizin de kıymetini bilmediğimiz gibi, bir adım öne çıksa, arkasından çekiyor, hakkında bin bir dedikodu üretip, tez zamanda bitirmeye çalışıyoruz.
Hem de elbirliği ile…
Bu siyaseten de böyle,
Sivil toplum kuruluşlarında ve bürokraside de aynen devam…
Sanki basın camiası saydıklarımdan farklı mı, daha fazlasıyla zirvede…
*
Siyasetçisi, bürokratı, gazetecisi, esnaf oda temsilcileri, ve de halkı, kendine çeki düzen vermedikten sonra, aklı ile değil, gözü ile hareket etmeyi marifet ve alışkanlık edindikten sonra, bu şehir adam olmaz!
Kabul ederseniz ya da etmezsiniz, bilemem, anlamam…
O gün, Kent Konseyinin basın ile olan organizasyonu güzeldi, mükemmeldi. Ha, bir sonuç çıkar mı, sanmam. Yine herkes bildiğini okuyacak, söyledikleri beylik ve bilinen cümlelerle birkaç gün daha idare edecek, kendi kendini kandıracak, yazacak bir şey bulacak sayfalarında, sitelerinde, sonra eski hamam eski tas, arabayı geri vitese al oğlum…
Düşünce güzel de, niyet halis değil evladım.
*
Kimse kimseyi kandırmasın, kimse bol keseden atıp da dansöz gibi kıvırmasın, gazeteciliği bizi bu hale getirdik.
Korkan, tırsan, boyun eğen, eyvallah diyen, canın sağ olsun, sen ne dersen o olur, hiç senin aleyhine iki kelime yazar mıyım, aşk olsun. Beni başkalarına benzetme yalakalıkları sürüp gittikçe, iki kelime etmekten aciz adamlar da gazeteciyim diye geçiniyorsa bu memlekette, bize ne ağabeyin gereği var, ne şıh’ın, ne bilmem neyin..
Başkaldırmıyoruz, itiraz etmiyoruz, eletiri noktasına gelince, duraksıyor, acaba patron ne der, acaba bilmem hangi partinin il başkanı bana tavır alır mı, acaba reklam ve ilan gelirlerime darbe vurulur mu endişesi, kaygısı, korkusu, bize gazetecilik yaptırmaz bu şehirde.
Ekonomik bağımsızlık tabi ki önemli. Editoryal bağımsızlık da önemli.
Üst tarafta, manşetlerde yalakalığın bini bir para iken, alt taraflarda bel altı ama küçük harflerle okunsa da olur okunmasa da olur tarzı haberler.
*
Bizim de temizliğe ihtiyacımız var.
Seçici olmak zorundayız. Kurumlar, siyasetçiler, bürokratlar veya bu şehirde her kim varsa duyarlı, sağduyulu, kendini yönetimlerden sorumlu sayan.
Temizliğe ihtiyacımız var da, asıl olanı, bu temizliği başkalarına bırakmamak. Kendimize dönüp baktığımızda, özeleştiri yaptığımızda, bu düzlüğe çıkmak zorundayız arkadaşlar.
Mecburuz buna…
Pirinci ayıklamadan pilav yapmaya kalkışırsanız, içindeki taşı göremediğiniz, fark edemediğiniz için dişlerinizin kırılması kaçınılmaz oluyor.
Ya dişi çektireceksiniz, ya pirinci iyi ayıklayacaksınız.
O ne dedi, bu ne dedi, öteki beriki ne dedi çılgınlıklarını bırakıp, önce kendimizi düzeltelim. Sonra başkaları hakkında ahkam kesip, başkalarına akıl vermeden, önce kendi aklımızı kontrol alına alalım ki, toplumdan uzaklaşmak istemiyorsanız, “Ulan bunlar gazeteci milleti, zaten dürümcü, lokmacı olurlar!” yaklaşımından ve yaftasından kurtulmamız mümkün görünmeyecek.
Biz güçlüyüz, biz yasama, yürütme ve yargıdan sonra dördüncü kuvvetiz.
Bazen derler, değil, ilk sıradasınız diye…
*
Dik durmamız, güçlü olmamız lazım.
Ama bu çürük çarıklarla değil, adam gibi adamlarla olmalı.
Dönüp bir kendimize baksak, gücümüzü fark edeceğiz ama, gözümüz hep önümüzde, arkaya bakan neredeeeee!
Ancak dedikodu üretiyoruz. Tirajı da yüksek ya, maliyeti sıfır, vergisi yok, kaydı-kuydu yok. Salla gitsin, aha sana gündem…
Sonrası mı, sonrası inanın daha kolay olacak ama, o anı beklemek canını sıkıyor insanın.
Abiden başladık, nerelere geldik.
Bazen ben de sosyal medyada saldırılara uğruyorum. Ne satılık kalemliğim kalıyor, ne de yandaşlığım. Biraz içten olduklarına inansam, biraz duruşlarına tavırlarına saygı duysam, ciddiye alacağım da, badem bıyıklı âdemler ya da Mustafalar (Münafıklar, cin fikirliler, şeytan üçgeninde seyir halinde olanlar, gidip hemen Başkan Mustafa Poyraz’a söyleyecekler. Bak, seni kast ettiler diye… Alakası yok, burada sözünü ettiğim Mustafa başkası, yoksa sayın Poyraz’a saygım, sevgim baki ve sonsuz) olduğu müddetçe bu şehirde, bize gazetecilik de haram, yazarlık da…
Neresinden tutacaksın ki…
Son olarak, bize acilen, ciddi, tutarlı, seviyeli bir abi gerek.
Yönetecek, yönlendirecek, danışılacak, fikir üretebilecek, uzlaştırıcı yanı büyük…
Varsa çevrenizde, gelsin de bir çay içek kele!