Hemen her şehirde, ama her gün birer trafik kazası yaşanıyor. Cana ve mala gelen kazalar, tabi ki arzu edilecek hadiseler değil. Değil de, bütün suçu belediyelere, trafik işaretlerine, kurallara yüklemek de insafsızlıktan başka bir şey değil.
Memleketimizde de olmuyor değil.
Ancak, ister kabul edin ister etmeyin, biz toplum olarak kuralları ihlal etmeyi seviyoruz. Park edilmemesi gereken yerlere araçlarımızı park ediyoruz, uyarıları dikkate almıyoruz, işaretlere aldırış ettiğimiz yok.
Çünkü bizde kuralları çiğnemek sakız çiğnemek kadar kolay.
Bir de, kendini siyasetin en etkili ve güçlü ismi sananlar, ki buna sonradan görmelere diyorum, görgüsüz yani düpedüz, emniyet şeritlerini p lakası resmi olmayan çakarlı adamlar gasp ediyor resmen.
Trafik polisi ne yapasın.
“Ben falan partinin falan başkanıyım, bilmem ne başkanıyım, üyesiyim!”
Bu tok sesle söylenmiş cümle yetiyor ceza yazılmaması için.
*
Bir de küstahlarımız çok içimizde, trafik polisine höykürüp, yüksek perdeden ‘sen benim kim olduğumu biliyor musun?’ çalımları, ya da ‘sen Hakkâri’yi gördün mü?’ tehditleri…
Küstahlığın danıskası, ukalalığın zirve yaptığı nokta.
Gelin biraz da iğneyi başkasına, çuvaldızı kendimize batıralım.
Sürücüler, araç sahipleri olarak bu tıkanıklıkta, parkta bizim hiç mi kusurumuz yok! her demde suçu emniyete, belediyelere, ışıklara, kurallara yüklemek eyerine, ‘acaba biz ne kadar kurallara uyuyoruz, ne kadar işaretleri dikkate alıyoruz!’ diye özeleştiride bulunduk mu?
Tamam, bu şehirde trafik sorun!
Ama sorunun içinde ve özünde sürücülerin de ortak olduğunu unutmayalım.
Son söz; ruhta olmayan ahlakı trafikte aramanın alemi yokken, ölümlerin sorgusunu yapmak kime düşüyor acaba?