*
Bir takım getirin gözününüz önüne, sahadasınız, stadyumu canlandırın bir gözünüzde, futboldan az çok anlayan biri iseniz, daha oyunun ilk dakikalarında oyun kurucu kim, pasör kim, orta sahayı kontrol eden klas oyuncu kim, şıp diye anlarsınız!
Oyun da, oyuncular da sahada çünkü. Hele gönül verdiğiniz takımın maçı varsa, renklerine âşık olduğunuz takımdaki oyuncuların adını ezberlemişsinizdir zaten de, (rahmetli dedenizin adını bile hatırlayamazken) oyun kurucuların karşısında mutlaka oyun bozanların olabileceğini de hesap etmeniz gerekirdi.
O oyun kurucu kimse, rakip takım onun üzerine oynar. Onun hata yapmasını bekler, küfredersin, sert oynayarak oyundan düşmesini sağlarsın, kontrasyon diye bir şey kalmayacağı için, ya sarı, ya kırmızı kart görmesini temin ederek, nihayetinde oyun dışı kalmasına ramak kalacağından, galip gelmen içten bile olmayacak!
Fırsat verirlerse tabi…
*
Tabi maçtan sonra sana soracaklar; ‘Bu kadar oyun bozmayı, oyuna hile katmayı, şaibe yaratmayı nereden öğrendin, nasıl becerdin!’
Maşallah becerme konusunda üzerine yok da!! Öyle işte…
Daha önce de söyledim ya, oyun bozmaktan, oyun kurmaya, oyun oynamaya vakit bırakmamışsın, zaman ayırmamışsın!
Peki ben sorayım, bu taktikleri kimden aldın? Hoca mı tuttun, yeteneğin mi vardı öğrenmek için!
*
Özetleyecek olursam, sen Ahmet, sen Hasan, sen Ömer, sen Fatih, sen Ökkeş, sen Haydar, sen Ayşe, sen Fatma, sen Ejder, oyunu oynaşı bırak, bu şehre ihanet etme, yürüyen atın da başına vurma ve gölge de etme yeter!
Belirlediğiniz bir strateji var mı, bir hedef koydunuz mu kendinize, bir güzergah belirlediniz mi?
Beklentiniz ne, kırılmadık kalp bırakmadınız da, daha neyin peşindesiniz! Yeter demeyi de mi bilmiyorsunuz!
Yok devam ederim, ısrarcı olurum diyorsan, Allah cezanı verecek zaten!