Bu başlığı biz atsak, düdüğe koyar öttürürler bu şehirde. Çünkü gerçekleri okumak, duymak insanların işine gelmiyor. Daha doğrusu işine geldiği gibi konuşuyor, işine gelen tarafını dinliyor muhatabından. Haklı eleştiri ve yorum da olsa…
Lakin haberler ulusal medyada olağanüstü acımasızlığı ile çıkınca, kimsenin gıkı çıkmıyor nedense. Ama yerelde olsa, hemen efelenirler, ‘nasıl haber yaptın, bize sormadın, hemen kaldır o haberi’ diyerek külhanbeylik taslarlar. Sanki babasının gazetesi, sitesi…
Sanki gazeteci kendisinin kiralık ya da satılık elamanı.
*
Şubat ayının ilk günlerinde, ulusal basında çıkan haberler mide bulandırıcı. Bir baş ağrısı için neredeyse özel hastanede tüm birimlere tahlile gönderiyor doktor efendi.
Eskiden şu söylenirdi, ‘Reçeteye çok ilaç yazan doktor, iyi doktordur!’ yani ölçü ilaçların fazlalığı… Yararlı olup olmayacağına bakılmaksızın, şayet o doktor reçeteye bir veya iki ilaç yazdıysa, teşhis hemen konulur, ‘Bu iyi bir doktor değil…’ İlaç miktarı doktorun karnesine verilen not gibiydi.
*
Özel hastanelere girdiğiniz zaman size kabarık bir fatura çıkartılır. Örneğin 35 lira alırlar, lakin 20 liralık fatura koyarlar önünüze. Aradaki fark nereye, kime gider bilemez hasta veya yakını. O, ‘şuradan bir an önce kurtulayım da!...’ diye düşünür, kendini dışarı zor atar. Lanet okuyarak…
Tahlillere, tetkiklere boğulur. Halbuki tetkiklik, tahlillik bir şeyiniz yok, insan kendini bilmez mi? Ama doktor bu, ileri gitseniz, ‘Benden iyi mi bileceksin, doktor sen misin, ben miyim?’ diyerek bir de azar yersiniz!
Aklınıza merhum Abdürrahim Karakoç’un ‘doktor’ şiiri gelir. Bir sürü günaha girersiniz durduk yerde, sebepsiz.
*
Sonra bankaya giderseniz emekli maaşınızı almaya. O da ne? Maaş erimiş. Sorsanız, bankacı kız ne bilsin kesintinin nereden olduğunu, oysa gittiğiniz hastane sizi soyup soğana çevirmiştir.
Alakasız, ilgisiz ve gereksiz tetkikler, tahliller, soygunu tetikler.
Çıkarken ‘Allah’ım bir daha beni hasta etme, bir daha beni özel hastanelere mahkûm ve mecbur eyleme!’ diye dua eder, yakarırsınız.