Böyle şifreli harflerle çıkınca başlık, tabi hayret ettiniz. Bilmiyorum bazılarınızın kafasında ‘tin’ etti mi?
Bir zamanlar çok sevdiğim, gideceğine kesin gözüyle bakılan, ancak yerine adam bulunamayan (demek ki herkes hayatından memnun) AK Parti İl Başkanı Ömer Oruç Bilal Debgici’nin ismini yazarken, Ö. O. B. D. yazınca sitem etmişti. Ben de “Başkanım ismin çok uzun, ne yapayım, yazarken yoruluyorum!” demiştim. Tabi yorulmak işin esprisiydi.
Tabi günümüzde markalar, kurumlar kısaltılmış harflerle anılıyor, yazılıyor. Örneğin SGK denildiğinde, siz onun Sosyal Güvenlik Kurumu olduğunu biliyorsunuz artık.
Yaşamın 4 (yazıyla dört) anahtarı diyebileceğim 4 kelime… S. S. S. G…
Sevgi…
Evet sevgi. Sade isim olarak kaldı. Çok şükür ve ne yazık ki hep birlikte, el birliği ile öldürdük sevgiyi, mezara gömdük, fatihasını okuduk. Yerini bile bulan çıkamıyor. Evet, sevgi sizlere ömür. Sevgi olmayınca günlük ve sosyal yaşamın tadı da olmuyor. Fidanlar ve hayvanlar bile sevgiyle büyütülmeyi beklerken, biz insanoğlu sevgisiz toplum haline geliverdik. Oysa yaşamın anahtarı idi, temel taşı idi sevgi. Arasanız da bulamıyorsunuz, satın da alamadığınız gibi kiraya zaten verilmiyor.
*
Saygı…
İşte mezar taşı bile olmayan kavram. O da sizlere ömür. Birlikte mahvettik saygıyı. Sadece etiketi, makamı ve parası olana gösterilen kavram, doğru düzgün insanlardan bile saklanır, esirgenir oldu.
Saygısız toplum olduk.
Ne büyük kaldı, ne küçük. Ne milli ve manevi değerler kaldı, ne vefa duygusu. Biz gazeteciyiz, emeğe bile saygı yerlerde sürünüyor.
Herkes birbirinin haberini çalıyor, kopyalıyor, patron da zannediyor ki muhabirim, yazarım özel haber yakalamış. Yok canım, alıntı ve çalındı çoğu. Emeksiz, saygısız…
*
Samimiyet…
Sadece adı var. Çıkarı olanlar, beklenti içinde olanlar, bir yerlerden medet umanlar, her türlü yavanlığı, her türlü cıvıklığı ve yalakalığı meslek edinirken, bırakın pandemiyi, ki daha önce de vardı, herkesin cebinde beş – on maske… Birine giderken bir renk, başkasına giderken baka renk. Rengârenk, çeşit çeşit…
Kimse olduğu gibi görünme niyetinde değil. Herkes birbirini kandırmaya, yalan söylemeye, iki kuruşluk menfeati için kuyruk sallamaya meyilli iken, ‘samimi ol, canımı ye!’ sözü siz sağ olun, cenazesini kaldıralı çok oldu!
Mevlana Hazretleri bugünleri görseydi, kim bilir ne düşünürdü. Ne seversen samimiyiz, ne söverken, ne de… İki yüzlülük, riyakârlık kanımıza işlemiş! Ne işimizde, ne aşımızda, ne aşkımızda, ne sevgimizde samimiyiz.
İki yüzlülük ruhumuzu, bedenimizi sarmış.
*
Güven…
Çok önemli. Eskiden senet yoktu, kefalet yoktu, ki söz namustu, herkes birbirine güvenirdi. Ağızdan çıkan laf kanun sayılır, insanlar birbirine rahatlıkla borç verirken güven duygusu içinde verirdi. Şimdi selam versen rüşvet diye kimse dönüp bakmıyor.
Öyle bir zamandayız ki, baba oğula güvenmiyor, evlat babaya, patron işçisine, işçi patronuna, seçmen siyasetçilere, vatandaş başkanına… Müşteri esnafa, esnaf da müşteriye haliyle…
Güven olmayınca bereket de olmuyor. Güven olmayınca herkes birbirine kuşku ile bakıyor, on liralık mal alırken sana – bana güvenilmediği için kefil isteniyor. Söz senetti, namustu diyorsun, o da yerle yeksan olduğu için güven tek başına kalıyor ortada.
*
Biz birbirimizi sevmezsek, biz samimi olmaz isek, biz birbirimize saygılı davranmazsak, biz birbirimize güvenmez isek, ne olur halimiz, bir düşündünüz mü? Zaten geldiğimiz günümüzde, noktada, halimiz, pür mealimiz meydanda değil mi?
Unutmayın, bizi yaşama bağlayan, huzuru gösteren bu 4 kavramdır. Gerisi hikâyeden ibaret!
Özetle, şunları unutmayın derim; saygının, samimiyetin olmadığı yerde HAKARET, sevginin olmadığı yerde NEFRET ve güvenin olmadığı yerde de İHANET vardır.
Rabbim bizi bu şer odaklarından uzak eylesin!